Video

Torumtay.. ‘Neden İstifa Etti’

12 Ekim 1990’da Ali Bozer istifa edince Ahmet Kurtcebe Alptemuçin Dışişleri Bakanı oldu.

Haziran 91’e yani Körfez Krizi aşılıncaya kadar da bu görevde kalacaktır yani topu topuna dokuz ay.

Ali Bozer’i Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay izledi; istifa etti…

Alptemuçin’e göre bu istifaya da bir protokol hatası yol açmıştı, Orgeneral Torumtay protokol ihlali yüzünden istifa etmişti.

Bakınız neydi bu protokol ihlali;

‘Türkiye’nin Uluslararası Güç’ün müdahalesi sürecinde alacağı tavırları belirleyecek ‘Harekat Planı’ diye nitelenen çalışmanın hazırlıkları başlamıştı ve yanlış anlamalar da bu yüzden oldu. Genelkurmay Başkanımız, ‘Türk Ordusu Milli Savunma stratejilerine göre organize edilmiş ve konuşlandırılmıştır. Dolaysıyla taarruz etmek değil, ülkesine yönelmiş istilacı yaklaşımları durdurmak, sonra da püskürtmekle görevlidir. Türk ordusunun içinde bulunduğu şartları değiştirmesi ve farklı bir konuma geçmesi için teçhiz edilmesi, hazırlanması gerekir. Bunun için de siyasi direktife ihtiyaç vardır.

 Yani hükümet karar verecek. Benim stratejilerim şunlardır; ben şu aşamalarda şu eylemleri yapacağım. Genelkurmay başkanı olarak siz orduyu hazırlayın, eğitimleri hızlandırın, eksik teçhizatınız varsa tamamlayın…

Hükümet olarak kararınızı bana siyasi direktif olarak bildirin ki, bu talimat çerçevesinde ordumuz da gereken tedbirleri alsın’ diyordu ve o zaman asıl fırtına koptu… İstifa önce şok yarattı ama daha sonra da Hükümetin taş gibi sağlam yerinde durduğu görüldü.

Zaten Politik Karar Metni’nin gerekleri de yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş tarafından yerine getirildi. Yani savaşa girmek ya da girmemek konusunda herhangi bir tartışma da olmadı.’

Durum bu.

Genelkurmay Başkanı’nın savaşa girilmesine ramak kalmış bir siyasi süreçte istifa etmesini böylesi sıradan kural hatalarına bağlamak, kabul edilebilir bir gerekçe olmasa gerek. Meselenin özüne bakıldığında, istifanın ‘hükümetin orduya vermesi gereken siyasi direktif’ yüzünden ortaya çıktığı açık…

Bu istifa olayından 16 yıl sonra, dönemin Genelkurmay Başkanı ekranların karşısında geçecek, askerin Irak’a girebilmesi için yine bir siyasi direktifin olması gerektiğini şöyle açıklayacaktır;

‘Şu soruyu bana sorabilirsiniz: Peki Kuzey Irak’a bir operasyon yapılmalı mı? Evet, yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım’ .

O dönemd3 de Genelkurmay’a bu siyasi direktif verilmeyecektir…

Peki bu siyasi karar ya da direktif meselesinin özü neydi?

Bir hükümetin Meclis’ten yetki alarak yurtdışına asker gönderme kararı ya da günümüz deyişiyle ‘sınır ötesi operasyon’ askeri değil, siyasi bir karardır. Dış politik güçlerini ve diplomatik kanalları kullanarak siyasi hedeflerine ulaşamayan bir hükümet, son noktada bu siyasi hedefleri elde edebilmek için savaşı göze alabilir ve yurt dışında bir askeri bir operasyon yapılmasına karar verebilir; bu doğaldır.

Asker Meclis kanalıyla hükümetin emrindedir ve bu harekatı yapmakla zaten mükelleftir; bu da işin doğasında vardır.

Asker ve hükümet arasındaki sorun da tam bu noktada başlar; yurt dışında yapılacak askeri operasyonun maksadı ne olacaktır, asker olası bir yurt dışı harekatında neyi hedefleyecektir?

İşte askerin hedeflerini belirleyebilmesi için, öncelikle siyasi hedefin ne olduğunu bilmesi gerekir; harekatı buna göre planlayacaktır. Bu siyasi hedefi bildirmesi gereken de hükümettir.

Irak krizinin geldiği aşamaya bakıldığında, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının korunması anlamında siyasi hedefleri ne olabilirdi:

‘PKK terörünün Irak ayağının yok edilmesi; Barzani’nin Kürt devleti yapısının kırılması; Musul ve Kerkük’teki Türkmenlerin yerel ve merkezi yönetiminde söz sahibi olmasının sağlanması…’

Bu krize uluslararası boyutta bakıldığında, hükümetin bir başka siyasi hedefinin de Kuveyt işgalinin sona erdirilmesi olduğu açıkça görülür.

Hepsini alt alta sıraladığımızda, Turgut Özal’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’a şöyle bir siyasi direktifi vermesi gerekiyordu;

‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Irak krizinin çözümü ve bu amaçla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılması durumunda elde edilmesi gereken siyasi hedefleri şunlardır; PKK, Barzani, Musul ve Kerkük, Saddam…’

Bunun bir anlamı da şudur; Türk Ordusu bu siyasi hedeflere ulaşıncaya kadar harekatı sonlandırmayacaktır. Artık iş askerindir; vazife, dost ve düşman durumu, arazi ve elde mevcut kuvvetler dikkate alınarak harekat planı hazırlayacak ve harekete geçecektir…

İşte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın istifası altında yatan neden budur; asker kullanımına karar veren hükümet orduya siyasi direktifini vermemiştir.

Yani?

Yani Özal siyasi direktif vermemekle, Türk ordusunu Irak kriz yönetiminde bir ‘kapıkulu’ mantığında kullanmaya çalışmıştır.

Hatırlayalım, Alptemuçin Torumtay sonrası için ne demişti; ‘Zaten Politik Karar Metni’nin gerekleri de yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş tarafından yerine getirildi. Yani savaşa girmek ya da girmemek konusunda herhangi bir tartışma da olmadı.’

Özal sonrası başbakan olan Çiller’le çalışan Orgeneral Doğan Güreş’in şöyle dediği de kaydedilmişti; ‘O şak diye emrediyor, ben tak diye yapıyorum’.

Yani?

Yani Özal, Irak krizinde hem Dışişleri Bakanı’nı hem de Genelkurmay Başkanı’nı saf dışı bırakmış; ABD Başkanı ile teke tek görüşerek Türkiye’nin bu krizdeki politik tavrını tek başına tayin etmiş; Türk Ordusu ve Türkiye’nin güçlerini ABD’ye tahsis etmiştir.

Benzer bir davranış 2003 Körfez Savaşı’nda da görülecek, bu kez Erdoğan Özal’ın bu yolunu aynen izleyecektir.

Peki bir hükümet neden kendi ordusuna siyasi direktif vermez?

Eğer ki bir orduya sınır ötesi harekatta siyasi direktif verilir ise, siyasi otorite artık harekatı kontrol edemez çünkü bu ordu kendisine verilen hedefleri ele geçirmeden durmaz.

Yani?

Eğer ki siz orduya, Irak kuzeyine gir, terör örgütünü yok et derseniz, bu halde ordu hedefi yok edebilmek amacıyla Barzani bölgesine de girer, tüm işbirlikçilerini de etkisiz hale getirir.

Şimdi bakınız Barzani’ye..

Bakınız siyasi otoritenin Barzani ile ilişkilerine..

Bakınız Barzani’nin ABD-İsrail’le olan ilişkilerine..

Bu hal ve şartlarda Türk Ordusuna siyasi direktif olarak ‘Irak kuzeyine gir terörü yok et’ talimatını bu siyasi otorite verebilir mi?

Bi düşünün..

Peki, vermeyince ne olur?

Siyasi hedefi olmayan bir sınır ötesi harekât asla kesin sonuca ulaşamaz ki yıllardır Türkiye’nin yaşadığı trajedi de budur.

Şimdi diyorlar ki ‘bir gece ansızın gelebiliriz..

Bu ne demek?

Sınır ötesi harekat yapılacak demek.

Peki bu durumda sınır ötesi harekatı yapacak orduya siyasi direktif verilecek midir?

Kaldı ki bu sınır ötesi harekat Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için yapılacak ise eğer, Türkiye zaten Suriye Devleti’nin muhaliflerini silahlandırıyor hatta Esad rejimi ve ordusuna karşı kullanmıyor mu?

Nasıl koruyacaksınız Suriye’nin toprak bütünlüğünü?

Harekatı yapacak orduya siyasi direktif verilmez ise eğer, bu ordu kesin sonuca ulaşabilecek midir?

Bi düşünün..

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı Yazar,

Büyük Suikast/ Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz

Başa dön tuşu