Sığınmacılar.. ‘Neler Oluyor’

Şu anda Türkiye’de dört milyondan fazla sığınmacı bulunuyor. Bu sığınmacılar Adana-Gaziantep-Kahramanmaraş hattında yoğunlaşıyor. Hatta Kilis’te nüfus çoğunluğunu elde ettiler bile. Buralar önemli çünkü hep aynı coğrafyada tarihte yaşanmış Ermeni isyanları var, Kilikya gibi Nesturi gibi ayrı devlet kurma emelleri var.
Tarihsel perspektiften bakıldığında durum düşünülenin ötesindedir..
Bugün bu sığınmacıların geri dönmeye niyeti yok. Zaten bu siyasetin de geri göndermeye niyeti yok ama… Bu sığınmacıların yarın nüfusları daha da artacak. Bu nüfus yoğunluğu birçok yerde Türk nüfusun önüne geçecek, geçmeye başladı zaten. Şimdiki yardım, insanlık, merhamet hikayeleri böyle sürerse eğer, onlar da yerel yönetimleri ele geçirebilmek için örgütlenecek. Partileşecek, siyasi adım atacak. Bu yönetimi ele geçirmek demektir. Bu vaka ‘merhamet acıma’ gibisinden insani duygularla izah edilebilir mi?
Bu dünyada hangi ülke böyle bir ‘fedakarlığı‘ yapabilir?
Üstelik sebebi olmadığı bir savaşın çocuklarına yeni bir vatanı altın tepside sunabilir?
Şimdi madalyonun öteki yüzüne bakalım..
Zorunlu tehcir bir devlet politikası olmasa da, karşınıza çıkabilir. Bir ülkeye öyle saldırırsınız ki, insanlar can güvenliğini koruyabilmek adına sınırlar ötesine de geçebilir, ülkelerini terk etmek zorunda kalabilir. Irak işte böyledir. Savaşın açtığı sonuçlar, Irak’ta 1.5 milyon insanın yaşamını yitirmesine yol açarken, aynı zamanda 3.5 milyon insanın da zorunlu yer değiştirmesine neden olmuştur.
Bakınız Suriye’ye..
Dünyada neredeyse bu ülke topraklarını bombalamayan ülke kalmamıştır. 500 bini aşkın insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan yerlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Savaş koşullarında insanların zorunlu olarak yer değiştirmesine tehcir diyorsanız eğer, dünyada eşi benzeri görülmedik tehcir yakın zamanda Irak ve Suriye’de yaşanmıştır.
Şimdi bakınız Ukrayna’ya…
Rusya işgalcidir, doğru. Savaşı başlatan Rusya’dır, bu da doğru.
Bu savaşa zemin hazırlayan kimdir?
Bunu Rus işgalini mazur göstermek adına söylemiyorum. Elbette ki Ukrayna’da yaşamını yitiren masum insanların yaşadığı trajediye tanık olmaktan hepimiz üzülüyoruz. Ancak bizim üzülmemiz sorunu çözmüyor. Burada üzüntünün ötesinde farklı şeyler yaşanıyor. Hatırlayınız yine Irak’ta yaşanılanları, Batı’nın Saddam’a kimyasal silah üretiminde kullanılan hammadde satışlarını.. Buradan hareketle Saddam’ın Halepçe katliamını!
Bakın şimdi madalyonun öbür yüzüne..
Tüm dünyanın Saddam’a harp silah, araç gereç satışlarını.. Buradan hareketle bu kez ‘Saddam’da silah var’ diyerek ABD’nin Irak’ı işgalini hatırlayınız. Hep hatırlayınız Suriye’de yaşanılanları.. Arap baharı denilerek iç savaşların kışkırtılmasını, IŞİD üzerinden Müslüman’ın Müslüman’a kırdırılışını hatırlayınız.
Ukrayna savaşının hangi koşullarda ortaya çıktığını, şimdi bir düşününüz. Buradan hareketle tüm Batı’nın Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık silah cephane sevkiyatını -her ne kadar Ruslara karşı bir direniş olarak görülse de- hatırlayınız onbinlerce insanın nasıl can verdiğini, milyonlarcasının da nasıl zorunlu göç ettiğini. Dünya şimdi Ukrayna’yı konuşuyor ama aynı dünya bunları konuşmuyor hele ki Irak ve Suriye’yi hiç konuşmuyor.
Dikkat çekmeye çalıştığım şu; işgale uğramış Ukrayna’daki yaşanılan katliama haklı olarak üzülen bu dünya, neden Irak ve Suriye’deki tarihin en ağır insan faciasını görmezden gelir?
Tehcir tehcir diyerek en ağır insanlık suçuyla Türk Milleti ve Devletini itham eden zihniyetlere sesleniyorum; sığınmacı deyip geçiştirmeye çalıştığınız, başta Irak ve Suriye olmak üzere, Ukrayna ve Afganistan’daki zorunlu insan hareketlerinin tarihte eşi benzeri görülmedik bir tehcir olduğunu görmüyor musunuz?
Bu nasıl bir kirli oyundur? Tehcir Anadolu’dan yapılırsa dünya ayağa kalkıyor, ama Anadolu’ya milyonlarca insan tehcir edilirse aynı dünya bunu alkışlıyor, nasıl bir tezgahtır bu?
Asuriler, Keldaniler, Süryaniler…
Doğu Anadolu işgal altında iken Osmanlı devletine karşı harekete geçen sadece Ermeniler değildir. Ermeni isyanıyla birlikte Hakkari /Van bölgesinde yaşayan Nesturi, Asuri, Süryani, Keldani, Yezidi gibi mensup oldukları din ve mezheplere göre farklı isimlerle anılan unsurlar da bu isyana katıldılar. Ki bunların başında Nesturiler yer alır…
1917’ye kadar Rus işgalini destekleyen Nesturiler, Bolşevik ihtilali sonrası Ruslar bölgeden çekilmek zorunda kalınca, bu kez İngilizlerin etki ve yönetimi altında girdiler. Bir kısmı Rusya’ya giderken kalanları da İngilizleri beklemeye başladılar. Bu Nesturilere, Hakkari’nin güneyinde Şemdinli, Çukurca ve Beytüşşebap’ta bir ‘Nesturi Devleti’ kurulacağına dair söz verildi. Bu amaçla dört Nesturi taburu teşkil ederek Irak kuzeyinde Baquba kampına yerleştirildi.
Oysaki İngilizler aldatmıştır, Nesturiler ise aldanmış, çünkü bu devlet hiç kurulmayacaktır. Ama tarihten ders çıkarmayan bu Nesturiler yine tezgaha düşecek, Cumhuriyet kurulur kurulmaz Hakkari bölgesinde yeniden isyana kalkışacaktır. Tıpkı Avrupa ve Rusya’nın tezgâhına gelip 1915’te isyan eden Ermenilerin, tarihten ders almayıp,1930, Ağrı’da yine isyan başlatacakları gibi. Barzani de bu isyana destek vermek için, Dağlıca karakolumuza saldıracaktır, ama Erdoğan Diyarbakır’da bunu hiç söylemeyecektir.
Şimdi bu Nesturi konusunu neden açtım, onu anlatayım…
Tarih: 17 Kasım 1919.
Sevr Antlaşması öncesinde, Lord Curzon başkanlığında yapılan bir toplantıda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sınırlarının nasıl çizilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. İngiliz Planı şudur; ‘Kürtler için kurulması planlanan Kürdistan’ ile Mezopotamya sınırlarında kendilerine yakın Hıristiyan unsurların ‘kuzey ve güney Kürt yerleşim yerleri arasında bir tampon devlet’ olarak kurulması.’
Aynı İngiliz siyaseti San Remo Konferansı’nda, aynı siyasi stratejik bakışla bu Hristiyan unsurların adını da koyacaktır, Ermeniler, Nesturiler, Asuriler, Keldaniler;
‘Bağımsız Kürdistan kurulduğunda Hıristiyan nüfus da göz önüne alınmalıdır (Nesturiler’den bahsediliyor); bu insanların sayıları yüz bin civarındadır. Yeniden eski yerlerine yerleştirilmelidir. Türkler tarafından yerlerinden edilen bu insanlar şimdi Baquba’da İngiliz emrindedir. Yeniden yerleştirilmeleri imzalanacak antlaşmalarda yer almalıdır. Türk-İran sınırında yeni bir düzenleme yapılabilir. Bu insanların kötü kaderleri Ermenilere benziyor. Bunlar adına sorumluluk almaktan çekinmemelidir. Keldani ve Asurilerin korunmaları güvencededir.’
Yani bugün Irak ve Suriye’de kurulmak istenen tezgahın altında -PKK bir yana- sadece Nesturi, Yezidi, Süryani, Keldani, Asuri değil, Ermeniler de vardır. Bugün toplum tarafından görülemeyen ve tarihinde derinliğinde uyuduğu sanılan bu projelerin sığınmacı örtüsü altında yine karşımıza çıkmayacağından emin olabilir misiniz?
Hatırlıyor musunuz, Barzani bağımsızlık referandumunu yapıp da bağımsız bir devletin mührünü çekmecesine koyunca, Ankara sallanmış, ‘bu bir ihanettir’ diyerek sert tepki gösterilmişti. Beştepe’de düzenlenen bir törende Erdoğan, Barzani üzerinden konuyu açarak meseleyi işte bu Nesturîlere, Yezidi, Keldanilere, Asurilere getirmişti.
Bir hatırlayınız, kurulan cümle şudur;
‘Şu anda Kuzey Irak’ta Araplar var, Türkmenler var ve ciddi bir nüfusa sahip, bunun yanında Asuriler, Keldaniler var, Süryaniler var…Eğer haktan söz edeceksek, oradaki Arapların, Türkmenlerin, Ezidilerin, Süryanilerin, Keldanilerin haklarını da konuşmamız gerekiyor; onu nereye koyacaksın.’
Bakınız, burada yer alan ince nüansa bakınız. Erdoğan ‘Irak kuzeyinde bir devlet kurulacaksa eğer, sayılan Hıristiyan unsurların da devlet kurma hakkı var, onlar ne olacak’ demeye getiriyor işi. Zaten bu sıra dışı hatırlatmalar, bu kodlu mesajlar bizi alıp geçmişte yaşadıklarımıza götürüyor, aralarında varsa bağı çözmeye ve bu bağlantıların 2023 seçimlerinde karşımıza nasıl çıkabileceğini düşünmeye sevk ediyor.
Konuyu açalım…
1915 Van Ermeni isyanını biliyoruz. İsyan sonrasında tehcir edilen Ermenilerin Halep ve Suriye’ye doğusuna yerleştirildiklerini de biliyoruz. Yani her şeyden önce bugün sayıları milyonları aşan bu sığınmacıların içinde çok sayıda Ermeni olmalı. Öyle ya bunlar o bölgelerden geldiklerine göre. Öte yanda aynı isyanlarda yer alan ve isyan bastırılınca Irak ve Suriye’nin kuzeyine kaçan Nesturilerin varlığı, en az sığınmacılar kadar önemli. Çünkü Hakkari bölgesinde yaşıyorlardı. 1915 ve1924’te iki kez isyan ettiler, isyan bastırılınca Suriye’ye ve Musul’a kaçtılar. Onlar da Ermenilerin bulunduğu bölgelerdeydi yani bu gelen sığınmacıların içinde Nesturi/Keldani/Asuri de olmalı.
Şimdi her ikisini alt alta koyup topladığınızda, bu isyancı Nesturiler ile Ermenilerin, bugün ülkemize sığınmacı kılığı altında getirenlerle aynı kişiler olabileceği ister istemez akla geliyor. Buna bir de yerel savunma güçleri kurup Türkiye’nin karşısına dikilen Yezidileri, Süryanileri Keldanileri eklediğinizde, ‘bu nasıl bir resim’ diyerek düşünmeye başlıyorsunuz.
Varsayım değil bu, tarihte yaşadığımız olaylarla bu sığınmacıların coğrafyası üzerinden yapılan bir karşılaştırma zaten bu resmi karşımıza çıkarıyor. Bilemediğimiz, sadece bu sığınmacılar onlar mı değil mi, buna bir cevap arıyoruz.
Şu anda Türkiye’de dört milyondan fazla sığınmacı var ve bu sığınmacılar Adana-Gaziantep-Kahramanmaraş- Şanlıurfa hattında yoğunlaşıyor. Kilis’te nüfus çoğunluğuna ulaştıkları sıkça söyleniyor. Bu iller önemli, çünkü tarihte yaşanmış Ermeni/Asuri isyanları var, Kilikya gibi Asur gibi ayrı bir devlet kurma emelleri var. Böylesi geçmişe dayalı siyasi stratejik emeller ortada iken, üstelik Sevr gibi Anadolu’yu işgal haritası karşımızda duruyor iken, bu sığınmacıların varlığını ‘muhacir, ensar’ diyerek geçiştirebilir misiniz?
Alın buradan soralım açık açık; ‘Ey Hükümet, ensar muhacir deyip aldığın bu sığınmacıların arasında, elinde Osmanlı tapusu olan var mı?
İsterseniz, memlekette sık sık etnik kimliklere vurgu yapmakla öne çıkan bu siyasete, en iyi bildiği konudan soralım; Ey Hükümet, bu sığınmacıların etnik kökenleri nedir, içlerinde kaç tane Ermeni, Nesturi, Asuri, Yezidi, Süryani, Keldani var, açıklayın!
Bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzü de var…
Bu sığınmacıların geri dönmeye niyeti yok. Zaten bu siyasetin de geri göndermeye niyeti yok, ama bu sığınmacıların yarın nüfusları daha da artacak. Bu nüfus yoğunluğu birçok yerde Türk nüfusun önüne geçecek. Şimdiki gibi bu ensar- muhacir siyasetiyle, ileri demokrasi, yardım, insanlık, merhamet söylemleri üzerinden bu süreç işletilirse, onların da -tıpkı PKK gibi- siyasi kanatları üzerinden yerel yönetimlerin başına gelebileceklerini düşünmek çok mu zorlama olur. Hele bir de AB’ye gidip ‘burası bizim eski topraklarımız’ deyip de AB’nin mahkemelerinde dava açılırsa, sözde soykırım talepleri üzerinden eski topraklar geri istenmeye başlanırsa, neler olur hiç düşündünüz mü?
Hikaye değil bunlar, ortada yaşanmış bir tarih var, tarihten gelen plan ve projeler var. Daha dün HDP’li vekil Garo Paylan Gazi Meclis’e bu konuyla bağlantılı kanun teklifi vermedi mi?
Bakınız Irak kuzeyi boşaltıldı ve bu seçilmiş coğrafya tümüyle Barzani himayesindeki örgütün kontrolüne girdi. Eskiden Kandil vardı merkez olarak, şimdi iş değişti. Türkiye’nin PKK açılımıyla Sincar bölgesindeki Nesturi, Yezidi, Keldani gibi farklı din ve etnik yapıya sahip unsurların da yönetimi bu örgütün eline geçti. Hatta ‘yerel savunma güçleri’ diyerek ABD eliyle silahlandırdılar. Erdoğan iyi bilir bunu, çünkü sık sık ‘ABD binlerce tır silah cephane sevk ediyor’ diyerek bu süreci durdurmak yerine, sürece bizi alıştıran odur.
Suriye kuzeyine gelince…
Tıpkı Irak’ta yapıldığı gibi Suriye kuzeyinde de aynı tezgah kuruldu. Önce IŞİD üzerinden işgal edilen bu topraklar PKK terör örgütüne devredildi. Milyonlarca Suriyeli yerlerinden edilerek Türkiye’ye gönderildi. Yine Irak’ta olduğu gibi Ermeni, Nesturi, Keldani gibi unsurlar yerel savunma güçleri olarak silahlandırıldı. Yakın gelecekte güney hudutlarımızda özerk yeni yerel yapılar ortaya çıkarsa, Türkiye’nin hali içinde yaşayan bu sığınmacılarla nice olur? ÖSO deyip de eğitilen, donatılan, silahlandırılan ABD destekli bu yapıyla sığınmacılar arasında bir de siyasi ve silahlı bir bağ kurulursa, başımıza gelecekleri hiç düşündünüz mü? İyi düşünün..
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar