‘Paylan Vakası’

Yıl 1915, Büyük Harbin ilk yılı…
Türk Ordusu on cephede savaşa girmişti. Kafkaslar’dan Mısır çöllerine, Basra’dan Çanakkale’ye ta Makedonya’ya kadar uzandık biz. Ancak daha harbin ilk yılında Basra Körfezi ve Mısır’a çıkarma yapan İngilizler Filistin ve Kerkük istikametinde, Ruslar doğudan Erzurum istikametinde bir anda işgale başlayınca iş değişti.
Osmanlı bu cephelerde artık ‘tutunamaz’ dediler. Büyük Harbi kısa sürede bitirmek ve Osmanlı topraklarını aralarında pay edebilmek için Çanakkale’ye topyekün saldırıya geçtiler. Harbin bu aşamasında Osmanlı topraklarını işgale başlayan güçlerin elinde bir proje yoktur. Hedef harbi kazanmaktır -elbette ki- kazanan taraf kendi payına düşeni alacaktır.
Öte yanda, İngilizler ve Rusların bu beklenmedik ilerleyişi harbin genel planında değişime yol açmış, Çanakkale üzerinden İstanbul’u ele geçirmek, böylece Osmanlı Devleti’ni düşürmek ana fikri üzerinden bir harp stratejisine dönüşmüştür. Daha sonra Rusların açıklayacağı ‘gizli anlaşmalar’ın ortaya çıkışı da işte tam bu süreçtedir.
Genel cephesiyle bakıldığında bu anlaşmaların daha harp bitmeden -kazanılmış var sayılarak- yapılmış oluşu, aynı zamanda harp sonrasında Osmanlı’nın nasıl yok edileceğine dair küresel bir projenin henüz ortaya çıkmamış olduğunu doğruluyor.
Bununla birlikte, harbin seyrini izleyen ve harp sonrası için benzer paylaşım emelleri olan farklı etnik unsurlar -beklenen sonu hızlandırmak için- harekete geçince, iş yine değişecektir. Çünkü on ayrı cephede savaşan Osmanlı, 20 Nisan 1915, Rus işgalini destekleyen ve buradan ayrı bir devlet kurma hayaline kapılan Ermenilerin isyanıyla karşı karşıya kalacak ve bu bir mesaj olarak algılanınca, aynı anda Hakkari-Van bölgesinde yaşayan diğer Hıristiyan unsurlar da harekete geçecektir. Ki bunların başında Nesturiler yer alacaktır. Coğrafya aynı coğrafyadır.
Neden anlattım?
Görebiliyor musunuz, kitleleri harekete geçirebilmek ne kadar da kolay. Bir mesaj, bir kıvılcım, bir algı, bir manipülasyon gidişatı bir anda değiştirebiliyor. Bu nedenle diyorum ki, doğru bilginin ışığında bugüne bakıp yarını görebiliyorsa bir toplum, böylesi gözleri açık bir toplumu alıp karanlığa sürükleyebilmek öyle kolay değil. Korku, geçmişe bakıp da yarını göremeyenedir.
Paylan Vakası..
Osmanlı isyana karşı çok ciddi bir savunma refleksi gösterdi. Düşününüz – hangi devlet olursa olsun- Çanakkale’de bir ölüm kalım savaşı içindeyken, Doğu cephesinde sırtınızdan vurmaya kalkışılırsa, bugün Uganda dahi olsa bir savunma refleksi göstereceğinden hiç kuşku yoktur. Osmanlı da harp koşullarında olması gereken refleksi göstermiş ve 27 Mayıs 1915’te, günümüzde hala konuşulan Ermeni tehcir kararını almıştır.
Bu kararla Rus işgaline karşı harekatı zorlaştırdıkları, halka saldırdıkları ve isyancılara yataklık ettikleri gerekçesiyle Ermenilerin yerleri değiştirilmiştir. Bu, Osmanlı toprakları içinde zorunlu bir yer değiştirmedir. Hal ve durum böyle iken, ‘Kürt sorunu’ var diyerek Kürt kardeşlerimizi peşinden sürüklemeye çabalayan ve Gazi Meclis’te Türk Milleti adına vekillik yapan HDP Milletvekili Garo Paylan’ın gündeme düşen kanun teklifine ne demeli?
Bu teklifte bulunmaya, hiçbir çekinge duymaksızın ‘sözde soykırım’ iddialarına alenen ve resmen destek vermeye, sırtını dayadığı hangi güçle cüret edebilmiştir?
Bu küstahlık -her şeyden önce- söz konusu isyanda katledilen binlerce Kürt kardeşimizin geride bırakmış olduğu acılı ailelerine saygısızlıktır. Ekmediği yediği, suyunu içtiği, cebindeki parayı bile vergileriyle ödeyen Türk Milleti’ne borçlu olan bu saygısızlıkta öte, nankörlüktür.
Düşünebiliyor musunuz, Kürtlerin savunucusuyum diyerek Taşnakçı terör örgütünün güdümünde bir parti kuracaksın, ama onları savunmak yerine katlini seyredeceksin, üstelik bir de dünyanın en aşağılık insanlık suçuyla itham edeceksin! Zaten tüm dünya ardı ardına sözde soykırım kararlarını alırken, sen kalkacak ‘soykırım kabul edilmelidir’ diyeceksin!
Bu yapılanın kanun teklifinde öte, bir yanda Ermenilerin zaten var olan toprak ve tazminat taleplerine destek vermek, öte yanda seçimleri bu siyaset lehine manipüle etmek anlamında olduğunu bu milletin görmeyeceğini mi sanılıyor?
Elbette, Paylan’ın tetiklediği bu provokasyon yapılan boşa değildir. Yapılanın çok ötesinde daha başka bir nedeni vardır. Ancak bu ülke böylesi bir riyakarlık, bunun üzerinden ortaya çıkan böylesi bir bukalemun siyasetine hiç tanık olmamıştır.
Başta demiştim; ‘Eğer ki bu ülkede ‘Kürt Sorunu vardır’ deyip Kürt kardeşlerimiz üzerinden Devlet karşıtlığı yapılıyorsa, biliniz ki bu karşıtlığın nedeni Kürt kardeşlerimizin 1950’den günümüze süregelen sorunları değildir. Bir başka nedeni mutlaka olmalı’ demiştim. İşte Vekil Paylan’ın bu hadsizliği bu çerçevede dikkatle değerlendirilebilir.
Ermeni tehcirinin gerekçesi şuydu;
‘Savaş yörelerine yakın bölgelerde oturan Ermenilerin bir kısmı ordunun harekatını zorlaştırır davranışlarda bulunmakta, halk saldırmakta ve isyancılara yataklık etmektedirler. Bu yüzden Van, Bitlis, Erzurum vilayetleriyle Adana, Mersin, Osmaniye ve Kozan kazaları, Maraş’ın merkezi dışında Maraş Mutasarrıflığında, Halep vilayetinde, İskenderun, Antakya kazalarında oturan Ermenilerin yerleri değiştirilecektir. Bunlar, Musul ve Zor mutasarrıflılıklarının Van vilayetiyle bitişik kuzey kısımlarına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğusuna ve Suriye vilayetinin doğusuna nakledileceklerdir’.
Şimdi geçin Garo Paylan’ı, gelin bugüne…
Soykırım gibi aşağılık bir insanlık suçuyla Türk Milletini itham eden ABD, o gün de bu tehcir konusunda bilgi istemiş ve Talat Paşa ABD büyükelçisine bir yanıt vermek durumunda bırakılmıştır. Dün yaşadığımız bu trajik olayları anlamaya çalışan bir ABD, bugün ise anlamak yerine artık tavır içindedir. Üzücü olan, bu tavra karşılık bu ülkeye hak ettiği cevabın verilmesi yerine, bu siyasetin ‘hamdolsun’ diyen bir pişkinlikle geçiştirmiş oluşudur.
Talat Paşa’nın ABD’ye yaptığı açıklamaya gelince, Ermeni tehcirinin zorlayıcı nedenleri gerçekten dikkat çekicidir. Talat Paşa’ya göre bu zorunluluk üç ana noktaya dayanmaktadır; ‘Türklerin zararına zenginleşme, Türkleri yargılamaya kalkışma ve bunun üzerinden ayrı bir devlet kurma hayali ve işgalcilere destek’.
Talat Paşa’nın açıklaması şöyle;
‘Ermenilere karşıtlığımız üç noktadadır: İlk olarak Ermeniler Türklerin zararına olarak kendilerini varlıklı yaptılar; ikinci olarak bizi yargılamaya ve ayrı devlet kurmaya kalktılar; üçüncü olarak, açıkça düşmanlarımızı yüreklendirdiler. Kafkasya’da Rusları desteklemişlerdir. Sarıkamış başarısızlığımız geniş ölçüde Ermenilerin eylemleriyle açıklanabilir. Bu nedenlerle savaş son bulmadan onları güçsüz bırakmaya kesin kararlıyız.’
Doğası gereği, savaş koşullarında yaşanılan bu zorunlu yer değiştirme trajik olaylara kapı araladı ve tehcir sırasında çok sayıda Ermeni hayatını kaybetti.
Bakınız… Dünyanın neresinde olursa olsun, ortada bir savaş varsa eğer elbette ki olumsuz sonuçları da olacaktır. Zorunlu tehcirin illaki devlet eliyle yapılmış olması da şart değildir. Bir ülkeye karşı öylesine ağır bir saldırıya geçersiniz ki, saldırıya uğrayan devletin öz savunma refleksi masum insanları -istemeseler de- yerlerini değiştirmek zorunda bırakabilir.
Biz sadece 1915’te değil, ülkemizin terörle mücadele sürecinde de yaşadık bunu, tanık olduk. ABD destekli, Barzani himayeli Taşnakçı terör saldırıları öyle bir hal aldı ki, insanlarımız batıya göç etmek zorunda kaldılar. Kiminin zararı karşılandı ama birçoğu da de mağdur oldu. Bugün milyonlarca Suriyeli sığınmacıya ensar olduğunu söyleyen bu siyaset ise, Kürt kardeşlerimizin bu zorunlu yer değiştirmesini hiç görmedi.
Öte yanda..
Zorunlu tehcir bir devlet politikası olmasa da, karşınıza çıkabilir. Bir ülkeye öyle saldırırsınız ki, insanlar can güvenliğini koruyabilmek adına sınırlar ötesine de geçebilir, ülkelerini terk etmek zorunda kalabilir. Irak işte böyledir. Savaşın açtığı sonuçlar, Irak’ta 1.5 milyon insanın yaşamını yitirmesine yol açarken, aynı zamanda 3.5 milyon insanın da zorunlu yer değiştirmesine neden olmuştur.
Bakınız Suriye’ye..
Dünyada neredeyse bu ülke topraklarını bombalamayan ülke kalmamıştır. 500 bini aşkın insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan yerlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Savaş koşullarında insanların zorunlu olarak yer değiştirmesine tehcir diyorsanız eğer, dünyada eşi benzeri görülmedik tehcir yakın zamanda Irak ve Suriye’de yaşanmıştır.
Şimdi bakınız Ukrayna’ya…
Rusya işgalcidir, doğru. Savaşı başlatan Rusya’dır, bu da doğru. Peki bu savaşa zemin hazırlayan kimdir? Bunu Rus işgalini mazur göstermek adına söylemiyorum. Elbette ki Ukrayna’da yaşamını yitiren masum insanların yaşadığı trajediye tanık olmaktan hepimiz üzülüyoruz. Ancak bizim üzülmemiz sorunu çözmüyor. Burada üzüntünün ötesinde farklı şeyler yaşanıyor.
Hatırlayınız yine Irak’ta yaşanılanları, Batı’nın Saddam’a kimyasal silah üretiminde kullanılan hammadde satışlarını.. Buradan hareketle Saddam’ın Halepçe katliamını!
Bakın şimdi madalyonun öbür yüzüne..
Tüm dünyanın Saddam’a harp silah, araç gereç satışlarını.. Buradan hareketle bu kez ‘Saddam’da silah var’ diyerek ABD’nin Irak’ı işgalini hatırlayınız. Hep hatırlayınız Suriye’de yaşanılanları.. Arap baharı denilerek iç savaşların kışkırtılmasını, IŞİD üzerinden Müslüman’ın Müslüman’a kırdırılışını hatırlayınız.
Ukrayna savaşının hangi koşullarda ortaya çıktığını, şimdi bir düşününüz. Buradan hareketle tüm Batı’nın Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık silah cephane sevkiyatını -her ne kadar Ruslara karşı bir direniş olarak görülse de- hatırlayınız onbinlerce insanın nasıl can verdiğini, milyonlarcasının da nasıl zorunlu göç ettiğini. Dünya şimdi Ukrayna’yı konuşuyor ama aynı dünya bunları konuşmuyor hele ki Irak ve Suriye’yi hiç konuşmuyor.
Dikkat çekmeye çalıştığım şu; işgale uğramış Ukrayna’daki yaşanılan katliama haklı olarak üzülen bu dünya, neden Irak ve Suriye’deki tarihin en ağır insan faciasını görmezden gelir?
Tehcir tehcir diyerek en ağır insanlık suçuyla Türk Milleti ve Devletini itham eden zihniyetlere sesleniyorum; sığınmacı deyip geçiştirmeye çalıştığınız, başta Irak ve Suriye olmak üzere, Ukrayna ve Afganistan’daki zorunlu insan hareketlerinin tarihte eşi benzeri görülmedik bir tehcir olduğunu görmüyor musunuz?
Bu nasıl bir kirli oyundur? Tehcir Anadolu’dan yapılırsa dünya ayağa kalkıyor, ama Anadolu’ya milyonlarca insan tehcir edilirse aynı dünya bunu alkışlıyor, nasıl bir tezgahtır bu?
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar