Özal’dan Sonra.. ‘Ne Oldu’

Türkiye’yi bugünlere taşıyan sürecin çıkış noktası -güvenlik siyaseti açısından- 1988 Halepçe katliamına yaslanır.
Saddam’ın zulmünden kaçan yüzbinlerce insan, baştan beri izlediğimiz seçilmiş coğrafyanın sınırlarını aşarak Türkiye’ye sığınmıştır.
Bu tıpkısının aynısı, bugün gelen milyonlarca sığınmacının hikayesine benzer. O gün gelenler, nasıl ki uluslararası bir ‘Kürt Sorunu vardır’ diye dünyaya mal olmuş ise, bugün gelenler de Suriye’de Kürt sorunu var algısının dünyaya yayılmasına yol açmıştır.
Diğer bir deyişle bugün gelenler, o gün gelenlerle başlayan sürecin devamıdır.
Oysaki Barzani’nin bağımsızlık referandumundan tam on yıl önce, Genelkurmay Başkanlığı, bugün karşı karşıya bırakıldığımız bu güvenlik riskini hem kamuoyuna hem de Hükümete duyurmuştur;
‘Birinci Körfez Savaşı’na Türkiye Cumhuriyeti koalisyon güçlerine destek vermiştir. Ancak sonucunda Türkiye zarar görmüştür. Savaş sonunda Saddam’ın Kuzey bölgeye saldırısı sonucunda 100 binlerce insanın Türkiye’nin hudutlarına yığılmıştır. Bunlara en büyük desteği Türkiye verdiği halde Türkiye suçlanmıştır ve o yığılan insanlar ‘burada bir Kürt sorunu var’ diye dünya kamuoyuna mal olmuştur.’
Bu resmi açıklamanın tarihi, 12 Nisan 2007’dir, yani Suriyeli sığınmacılar ülkemiz gelmeden önce.
Yani biz daha o yıllarda tıpkı bugün gibi, ensar demişiz, muhacir demişiz, ama karşılığında uluslararası bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kalmışız, neden?
Neden biz, yakın tarihimizde yaşanmış tıpkısın aynısı bir vaka var iken, şimdi bu sığınmacıların yol açtığı sorunları yine yükleniyoruz?
Bakın işte, seçimler yaklaşıyor, en büyük endişe kaynağından biri de bu sığınmacılar. Bu siyasetin yanlış olduğunu bildiği halde, Genelkurmay’ın yapmış olduğu uyarı da ortada durur iken, neden bu yoldan ısrarla geri dönüş yapmadığını öğrenmek hakkımız değil mi?
Öte yanda bu işin sosyal boyutu var, ekonomik siyasi boyutu var, bunun küresel boyutu var.
Ve hepsi bir olup bize karşı olumsuz sonuçlara yol açtığı halde, neden bu siyaset hala bu yolda yürüyor, öğrenmek istiyoruz.
Biz o dönemde yanlış yaptık. Çünkü biz, Saddam’ın zulmünden kaçan insanların mağduriyetine uluslararası bir çözüm bulmak yerine, başımıza dert açacağı öncesinden belli olan bu sorunu yüklenmiş olduğumuz için başımıza geldi bu işler.
Ama bunu -asker, polis- biz yapmadık, Özal siyaseti yaptı. Şimdi de Erdoğan siyaseti yapıyor hem de 82 milyonun gözlerin içine baka baka yapıyor. Yani dün neyse bugün tıpkısın aynısı tekrar yaşanıyor. Neden?
Bakın o yıllarda neler yaşamışız…
Özal’ın bu sorunu dünyaya değil de ülkemize yüklemesi sonucu, Türkiye bir anda küresel boyutta bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bu durum, baştan beri anlatılan seçilmiş coğrafyada bir güvenlik sorununa yol açtı, tıpkı bugün gibi. Ve yine tıpkı bugün gibi, güvenlik sorununa çözüm olarak ‘36’ncı paralel kuzeyinde bir güvenli bölge konusu gündeme düşürüldü.
Özal’ın ‘ben çağırdım’ dediği Çekiç Güç’ün tam bu noktada devreye girmesiyle k sözde Saddam’a karşı, ama aslında Barzani ve PKK’ya serbest bölge tesis edildi. Böylece, Barzani ve PKK’ya fırtınalı havada sığınabilecekleri öylesi güvenli bir liman inşa edildi ki, bu liman onca yıla karşın hala sapa sağlam duruyor.
Bu tıpkı bugünkü Suriye’de Fırat’ın doğusuna benzer.
Zaten sonuçları itibariyle bu güvenli limanlara bakıldığında, korumalı alandan gelen teröristlerin memlekette basılmadık karakol, yakılmadık köy, kesilmedik yol neredeyse bırakmamış olduğunu siz de göreceksiniz.
Tüm bu süreci çok iyi bilen Erdoğan, başımıza bela getireceği yıllar öncesinden bilinen bu Fırat’ın doğusundan kaynaklı teröre nasıl yol açabildi, insan aklı öğrenmek istiyor.
Çünkü Diyarbakır’da kucakladığı Barzani’nin bağımsızlık referandumundan yine tam on yıl önce bu gerçeği biliyordu. Genelkurmay bunu da Hükümete ve kamuoyuna açıklamıştı;
‘Körfez Savaşı sonrasında 36’ncı paralelin kuzeyinin Saddam’a yasaklanmasıyla, kuzeydeki insanları korumakla birlikte aynı bölgede PKK’ya korunma bölgesi oluşturmuştur ve bugünkü durumu yaratmıştır. Hala da bu durum artarak devam etmektedir. Karakolların basılması, kitle halinde zayiat verdiği dönemler hep bu döneme rastlar.’
Şahsen, Genelkurmay’ın bu tespitlerini ilk duyduğum da içim yandı.
Anlatılan yıllar 90’lı yıllar, bizim terörün zirve yaptığı bu dönemde, Şemdinli’de bulunduğumuz yıllar. Basıldı denilen karakollar, bizim karakollarımız.
Zayiat dedikleri, bizim şehitlerimiz.
Şimdi nasıl oldu bu iş, diye sormayacak mıyız, yaşayanı biziz.
Emir komuta bağlantısıyla yönettiğim Alan, Aktütün ve Derecik karakolları, 30 Ağustos-27 Eylül 1992 tarihleri arasında yani 27 günde yüzlerce teröristin ağır silahlı saldırısına uğradı. Teröristlere ağır darbe vuruldu ama, 33 evladımızın şehadetine tanık oldum. Hala bu acıyla baş başayım.
Genelkurmay Erdoğan’a bu şehitlerimizi de açıkladı;
‘1992 yılında zayiatımız 496 şehit, 955 yaralı toplam bin 451. 93 yılına baktığımız zaman 538 şehit, 996 yaralı toplam bin 534. 1994 yılına baktığımız zaman 867 şehit, 206 yaralı toplam 2 bin 927, bu yaralılardan bir kısmı tedavi edilmek suretiyle tekrar hayata döndü. 1995 yılında 615 şehit, bin 342 yaralı, bin 957 zayiat var. Bu rakamlar gerçekten çok ürperticiydi.’
Genelkurmay’ın ‘ürpertici’ dediği, işte bizim yüreğimizdeki bu yangın, bizi ihaneti gördüm demeye sürükleyen büyük yangın.
Ama artık ‘kim yaptı bunu’ diye sormanın alemi de kalmadı, hepimiz biliyoruz. Biliyoruz ki, bu yangını çıkaran Özal siyasetidir. Bu siyasetin desteklediği ABD ve Çekiç Güç’tür. Bu yanlış siyasetin karşımıza çıkardığı Barzani ve PKK terör örgütüdür.
Ama bugün bakıyoruz ekranlara, Barzani’yi PKK’dan ayrı tutan zihniyetlerin varlığına tanık oluyoruz, bu da canımızı yakıyor. Oysaki daha işin başında aralarında anlaşmış olduklarını ya kimse bilmiyor ya da söylemiyor. İşte Uğur Mumcu anlatıyor;
“Kuzey Irak’ta bugün Talabani ve Mesud Barzani peşmergeleri ile PKK gerillaları savaşıyor. Kürt Kürt’ü öldürüyor. Barzani ve Talabani, ABD ve Batı desteği ile kurdukları “Kürt Federe Devleti” nde iktidarı PKK ile paylaşmak istemiyorlar. Oysa 1982 yılında Barzani ile PKK arasında anlaşma yapılmış, “Irak Kürdistan Demokrat Partisi” o tarihten 1989 yılına kadar bu ayrımcı terör örgütünü desteklemişti.”
Şimdi ‘Barzani’ye savaş mı ilan edelim, diye soruyorsanız, 91’de bu tuzağa düşmemişiz olsaydık, işi bitirecektik ama savaşa artık gerek yok.
Barzani ve PKK terör örgütünü etkisizleştirmek istiyorsanız, Erbil’e giden yolu değiştirin, Bağdat’tan geçirin, bu bize bu aşamada yeter. Sonrası da gelir, hiç merak etmeyiniz.
Öte yanda Uğur Mumcu bu tespitiyle 89’a kadar olan süreci anlatıyor.
Ama sonrası gelen yılların hangi sonuçlarla bizi karşı karşıya bırakmış olduğunu bilemiyor, bilemezdi de zaten. Çünkü ömrü yetemedi, kalleş bir suikastla aramızdan aldılar onu.
Yaşasaydı bugün söylenmeyen daha pek çok ihanetin varlığıyla ilgili bizi uyarmış olacaktı, bundan hiç şüphem yok ama olmadı. Mumcu -bugün hala görmekte zorlandığımız- küresel tezgahın peşindeydi, tezgahı görmüştü, Özal’ı da uyarmıştı;
‘Madalyonun bir yüzü böyledir. Bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım: Madalyonun öbür yüzünde Çekiç Güç’ün asıl amacı görülüyor.
Bu amaç bölgede ABD korumacılığı altında bir Özerk Kürt Devleti kurmaktır. Bölgede batı devletlerinin koruması altında bir Kürt devleti kurulması 1’nci Dünya Savaşından bu yana gündemdedir!
Kürtler açısından 1920’lerde Londra, San Remo ve Sevr Anlaşmalarına konu olan ve 1970’li yılların ortasında da Amerikan desteği ile canlanan Özerk Kürt Devleti 1990’larda Çekiç Güç aracılığıyla kurulmuş bulunuyor!
Çekiç Güç, ABD için çekiç, Türkiye ise bu çekicin örsü oluyor.’
Yani Özal biliyordu her şeyi, tıpkı Erdoğan’ın bugün bildiği gibi…
Düşünsenize anlatılan yıllar daha işin başı, alın buradan bakın Irak kuzeyine, bakın Fırat’ın doğusuna, ÖSO ’ya bakın, ne görüyorsunuz?
IŞİD’i geçtim, ÖSO’ya geldim. Bakınız Suriye Devleti’ne karşı kurulan ve sayıları onbinleri aşan silahlı bu güç, şu anda Türk Ordusu’nun sınır ötesi harekatında Mehmetçik’le aynı mevzide yan yana tutuluyor.
ÖSO dediğiniz nedir ki?
Suriye’nin PKK’sıdır, çünkü bu gücü Türkiye üzerinden eğiten donatan ABD’dir.
Yapısına bakın…
IŞİD’in uzantılarıdır çünkü Suriye’ye dağılmış tüm militanlar kah helikopterle kah otobüslerle toplanıp İdlib’e yığılmış, içlerinde elverişli olanları seçilerek Türkiye’ye gönderilmiştir. Türkiye de ABD’den aldığı silah ve teçhizatla bunları eğitmiş donatmış ve Suriye devletine karşı kullanmaya başlamıştır.
Bu açıdan bakıldığında şimdi Türkiye, iki ayrı PKK örgütüyle karşı karşıyadır; biri gerçek pkk, diğeri ÖSO. Zamanı geldiğinde ABD’nin bu yedek unsuru hem Türkiye hem de Suriye’ye karşı kullanacağından hiç kuşku yoktur.
Bu işin PKK tarafı, bir de Barzani tarafı var…
Sığınmacıların üzerinden çıkarılan güvenlik sorunu, Irak kuzeyinde ‘Güvenli Bölge’ sorununu tetiklemiş ve akabinde Özal’ın talebiyle gelen bölgeye Çekiç güç, bugün Barzani’nin bağımsızlık ilanını alıp çekmecesine koyduğu Kuzey Irak Kürdistan devletinin temelini atmıştır.
Bu noktada tekrar söylüyorum, bizi yakan, Özal’ın Irak savaşında ABD’ye verdiği destektir, tıpkı bugün 2’nci Körfez savaşında Erdoğan’ın verdiği desteğin yaktığı gibi.
Türk siyasi tarihinde başlı başına bir dönüm noktası olan 1991 Körfez Savaşı’nda izlenen bu siyaset sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu da yakmıştır. Bakınız şimdi Suriye’ye bakınız Irak’a.
Öte yanda…
Yine çok açık ve net ifade ediyorum bizi yakan -aynı zamanda- Halidi Tarikat şeyhlerinin Cumhuriyet’ten günümüze izledikleri önce isyan, sonra ticaret, buradan gelen milyarlarca dolarla yaptıkları küresel destekli siyasettir ki, bu da tıpkıdır bugünkü gibi.
Hatırlayınız, Özal’ın da bir tarikat müridi olduğunu hatırlayınız, Emin Çölaşan anlatıyor;
‘Turgut ve Korkut biraderler de sık sık şeyh hazretlerinin elini öpmeye ve konuşmalarını dinlemeye gelirler, ondan ışık alırlardı. Şeyh efendi indinde, bu iki okumuş mühendis biraderim özel bir yeri olur, hatta sonraki yıllarda, Kotku hazretleri bazen biraderleri ziyarete gelir, onlarla özel sohbetlerde bulunurdu.’
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisinde, bu tarikatın ünlüler üzerinden siyasetle olan bağı zaten açığa vurulmuştur. Süleyman Uludağ’ın kaleminden öğreniyoruz bunu, o da yazmış;
‘Şeyh Zahit Kotku’nun da birçoğu din alimi, öğretim üyesi, yazar ve sanatkar olan müntesiplerinden bazıları da siyasete atılacak, Özal, Erbakan, Gül, Arınç ve Erdoğan gibi birçok devlet ve siyaset adamı, başbakan, bakan, milletvekili, üst düzey bürokrat ondan etkilenecektir.
Diyeceğim o ki..
1991’de ABD’nin Irak işgaliyle başlayan Ortadoğu Projesi işliyor, işletiliyor.
Çekiç Güç’ün yerini IŞİD aldı, Barzani peşmergelerinin yerini ÖSO aldı, PKK’nın yerini PYD aldı, Irak’ın yerini Suriye aldı, hepsi bu.
Bakınız şimdi Filistin’e, Lübnan’a, Suriye ve Irak’a..
Ne görüyorsunuz?
Kitap: Kod 2023 Son Tezgah