Özel Haber

Özal Ne Yaptı?

Ekim ‘92’de, Irak kuzeyine harekât yapılacağı haberi bir çığ gibi yayıldı üstümüze. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Barzani ve Talabani ile PKK’ya karşı mücadele konusunda anlaşmıştı.

Resmi bir açıklama yoktu ama halk iyi biliyordu bu yakınlaşmayı.

Bize de bu haberleri Şemdinli Derecik’ten Cemil veriyordu. Bir ara Barzani’nin adamları bize gelmeye başladı ne de olsa anlaşma vardı aramızda.

Şimdiki siyasilerin, ‘’bir zamanlar postal öpen adamlar’’ diye bahsettiği adamları, ben o zaman görmüştüm; Doktor Said ve adamlarını, Barzani’nin sağ kolu.

Silah verileceğinden, elbise, giyecek ve yiyecek verileceğinden hatta aylık maaş ödeneceğinden bahsediyorlardı. Maaş ödenip ödenmediğini bilmiyorum ama silah verildiğini gördüm zira bir müddet sonra ölü ele geçen PKK’lıların üzerinde bulmuştuk o silahları.

Plan şuydu:

Bizim verdiğimiz destekle Barzani, özellikle hakim olduğu Şemdinli ve Çukurca sınır boylarındaki boşaltılmış köylere yerleşecek, PKK’yla mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında yer alacaktı. İnanın bana o aylarda, her gün nerdeyse Hacıbey Çayı’nın yanına gittim belki görebilirim diye, köylerin dolduğunu, Barzani’nin adamlarıyla geldiğini.

Bir ara geldiler, gerçekten geldiler, Şemdinli batısındaki Mirus peşmerge karakoluna geldiler, hem de on – on beş kişi. Geldiler ve de birkaç gün sonra geri gittiler, biz gene kaldık PKK’yla baş başa.

Bizim seçilmiş ve atanmışlarımız, Barzani ve Talabani kardeşlerle PKK’ya karşı mücadele edilemeyeceğini gerçekten bilmiyorlar mıydı?

Binbaşı Cem Ersever anlatıyor, bir bakalım :

“Evet. Talabani kimdir? Barzani kimdir? Kürdistan cephesin hangi örgütler teşkil ediyor? Bunların PKK ile ilişkileri, ittifakları nedir?

Bütün bunlar bilinmiyordu. Bilinmiyordu, ancak gene de bir şeyler yapılması gerektiği ortadaydı. Ve yaptılar. Birbiri ardına görüşmeler yapıldı. Açıkçası Türkiye kuzey Iraklı Kürtleri, Kürtler de Türkiye’yi kullanmak istiyordu.

 İşin içinde uluslararası siyaset cambazı, işportacı Talabani olduğuna göre kim kimi ne kadar kullanmıştır, bu konuda bir yorum yapmak istemiyoruz.

PKK, Irak topraklarında, Sınath, Deresish, Mergasish, Era, Marsis, Hantur Dağı, Pirbela, Şabaniye Dağı, Shive, Kıshan, Nazdur, Suli, Basyan, Ari ve Hakurk hattında yerleşmişti. Peşmerge, 2 Ekim 1992 günü önce Zaho’dan kuzeye doğru, daha sonra da Hakurk bölgesine saldırıya geçti.

Peşmergeler sabahları araçlarına biniyorlar, saat 08.00 sularında PKK mevzilerine ateş açıyorlar ve akşam 17.00 sıralarında evlerine dönüyorlardı.

Bu komedi, Peşmerge güçleri PKK karşısında önemli kayıplar verene kadar devam etti. Durumun vahametini anlayan Kürdistan Cephe güçleri işi daha sıkı tutmaya başladılar.

Harekâtın başında Zaho cephesini yüz kilometre uzaktan idare etmeye çalışan Fadıl Mutni nihayet Zaho’ya geldi. Hakurk cephesinde KYB komutanları Kösrat Şendil, patronları Talabani’nin talimatı üzerine daha ilk günden beri PKK ile görüşmelere başlamışlardı.

Dönen dolaplardan başlangıçta Barzani’nin haberi yoktu. Türkiye’ye verdiği sözü tutmaya çalışıyor ve adamlarına,’’ Bu savaş birkaç ay daha gecikseydi çatışmalar Zaho’da değil Erbil ve Süelymaniye’de başımıza gelecekti’’ diyordu (Yazarın notu: Bunun anlamı şudur; Ekim Harekâtı yapılmamış olsaydı, şimdi PKK kuzey Irak’ın tek hakimi olacaktı.).

Kısacası Zaho cephesi sallantı içindeyken, 5 Ekim 1992 günü Hakurk cephesinde  her şey sona ermişti. Yani harekâttan tam 3 gün sonra! Talabani’nin komutanlarından Kösrat ve Şendil, ustalarından öğrendikleri tezgahtarlıkla işlerini çabuk bitirmişler ve Osman Öcalan ile anlaşmayı yapıvermişlerdi.’’

Ersever’in elde ettiği belgelere göre, Ekim ‘92 harekâtından birkaç gün sonra, PKK, kuzey Irak yönetimi ile anlaşma yapmıştı.

Bu anlaşma ile PKK ile Talabani peşmergeleri arasındaki savaş durmuştu.

Neydi bu anlaşma?

Anlaşma Metni

29.10.1992 günü PKK adına Osman Öcalan (Ferhat), Kürdistan Bölgesi Başbakanlık binasına gelerek 05.10.1992 anlaşmaya, Irak Kürdistan topraklarında bulunan bütün elemanlarının bağlı olduklarını söylediler.

Binaenaleyh;

Kürdistan topraklarında bulunan bütün PKK militan ve üyeleri kaldıkları sürece bölgenin yasalarına uyacaklardır. Buna göre;

             Irak Kürdistan topraklarını askeri faaliyetler için kullanamaz.

             Irak Kürdistan topraklarında kalmak isteyen PKK militan ve üyeleri Türkiye sınırından uzak ve bölge hükümetinin tespit edeceği yere taşınacaklar.

             İçişleri Bakanlığı’nın vereceği vesikalarla bölgede serbestçe seyahat edebilirler.

             Kürdistan Hükümeti ve cephesi karşıtı sürdürülen siyasi faaliyetlerine son verecektir.

             Kürdistan Hükümeti bu bölgede kalmak isteyen bu gruba -zaten bunlar Türkiye Kürdistanı vatandaşıdır- gerekli korumayı temin edecektir.

             PKK üyeleri kendilerine ait bölgede mal varlıklarını koruyabilecektir.

             Bölge içerisinde serbestçe siyasi faaliyetlerini sürdürebilir.

             Bölge yönetimi yaralı ve hastalara sağlık hizmetleri sağlayacaktır.

Anlaşmayı İmza Edenler

Kürdistan Başbakanı       Başbakan Yardımcısı      PKK – MK adına     PKK üyesi

      Fuat Mahsum                          Roj Şaves                     Osman Öcalan      Kenan Simo              

Binbaşı Ersever devam ediyor Harekâtı’nın iç yüzünü anlatmaya:

‘’ Türkiye olup bitenden habersizdi. Açıkçası Talabani 24 gün dalga geçmişti. Kim ne derse desin, gerçekten çok uyanık ve çağdaş (!) bir işportacıydı.

Türk komando birlikleri ve zırhlı birlikler Zaho’ya girdiler. Öyle güçlü birlikler sokmaya gerek yoktu. Eğitimi normal Türk askeri, zırhlı birlik kuşatmasıyla beraber, kadın ve çocukları kolayca öldüren PKK’lı canileri boğazlayıvermişti.

Türkiye’nin Güneydoğu sınırın güneyi PKK’dan temizlenmişti. Bu temizlik sonucunda PKK’nın kaybı; 1500 – 2000 teslim olan, 900 – 1000 yaralı, 1500 – 2000 ölü, toplam 4000 – 4500 kişi olarak hesaplanmaktadır.

Ve Apo da bu rakamları kendi ağzıyla teyit etmektedir. 300 tonu aşkın yiyecek, 650 bin çeşitli çapta fişek, 3600 civarında kaleşnikof Piyade tüfeği ele geçirilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu harekâttaki başarısı inkâr edilemez. 

Peki, TSK’lerinin temizlediği bölge 1993 yılı başı itibariyle boş mudur? Hayır!

40’ar, 50’şer kişilik PKK grupları gene aynı yerlere girmiştir. Yerleşim yeniden başlamıştır. Bizim ısrarla üzerinde durduğumuz konu da budur. Ocak 1993 tarihi itibariyle başını PKK Kuzey Irak sorumlusu Cemal kod Murat Karayılan’ın çektiği yeniden yerleşim faaliyeti aralıksız sürmektedir.

Açıkça belirtelim; PKK Kuzey Irak’ta Türk Ordusu tarafından kafasına vura vura ezilmiştir. Ancak; harekâtın siyasi sonuçları başından bellidir. Kürdistan Cephenin Talabani yani KYB kanadı PKK’yı korumakta ve kollamaktadır.

Talabani’nin eline, Türkiye’ye karşı başı sıkıştığında kullanmak üzere PKK kartı geçmiştir. Temenni etmediğimiz halde, 1993 baharının ve yazının bu bölgede çok sıcak geçeceğini söyleyebiliriz. Belki büyüklerimizin bir bildiği vardır diyoruz ama bir de şu bizim ünlü işportacıyı tanıyabilselerdi, işte o zaman PKK tamamen imha edilebilirdi. Düşüncemize göre tarihi bir fırsat heder edilmiştir.’’

Ersever işte böyle diyor.

İnanın bana,  Ekim harekâtı durdurulmayıp birkaç hafta daha sürdürülseydi ve de Irak’ta bir güvenlik şeridi oluşturulup siyasi yönden tedbirler alınmış olsaydı,  biz bu acı bugünleri hiç yaşamazdık.

Bu ateşkesin mimarları çıkıp, bunu neden yaptıklarını bize anlatmalılar. Demirel hâlâ hayatta, Hikmet Çetin hayatta(Yıl 2007).

Binbaşı Ersever doğru teşhis koymuş ve doğruları söylüyordu ama anlamadılar. Bizi dinlemediler.

Kim bilir belki bu gerçekler birilerin işine gelmedi.

Şimdi de bu tarihi yanılgıyı belgeleyen DGM kayıtlarına bakalım :

 ‘’1992 yılının başından itibaren PKK’nın yurtiçindeki elemanlarına önemli ölçüde darbeler vurulmuşsa da K. Irak’taki üslerinden devamlı takviye alan örgüt, bu darbeleri telafi etme yoluna gitmiştir.

 Bunun üzerine Ekim 1992 tarihinde örgütün K. Irak’ta bulunan kamplarına önemli bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Bu harekât ile örgüte büyük kayıplar verdirilmiş ve böylece PKK’nın kurtarılmış bölgeler oluşturma teşebbüsü neticesiz bırakılmıştır.

1992 yılı sonlarına gelindiğinde PKK silahlı ve örgütsel bazda bir çıkmaza girmiştir. 1992 yılı sonuna kadar yükselme trendi gösteren PKK faaliyetleri bu tarihten sonra sorunların çözülememesi nedeniyle evvela duraklama, bilahare gerileme sürecine girmiştir.

PKK lideri Abdullah ÖCALAN, Celal TALABANİ’nin önerdiği tek taraflı ateşkesi kabul ederek 20.03.1993 tarihinde tek taraflı sözde ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır. Bunu yaparken terörist faaliyetlerle ulaşamadığı hedeflerine legal yollardan ulaşmayı, terörist imajı konusunda kamuoyunu yanıltmayı, dağılan elemanlarını yeniden toparlamayı amaçlamıştır.

Ancak, sözde ateşkesi sadece taktik olarak benimsemiştir. Hiçbir şart altında silahlı faaliyetten vazgeçmek istememiştir.

Abdullah ÖCALAN’ın talimatıyla faaliyetlerini daha da genişleten PKK, 24 Mayıs 1993 tarihinde Elazığ – Bingöl karayolunda yol kesme ve 33 askerin şehit edilmesi olayını gerçekleştirmiştir. Bu eylemden sonra yurt çapında tırmandırdığı eylemleriyle Devleti sözde ateşkese ve şartlarını kabule zorlamak istemiştir. 1993 sonbaharında bölgede büyük bir kaos ve kargaşa yaratılması hedeflenmiştir.’’

Ne diyeyim, daha ne anlatayım size, bu ihaneti görebilmeniz için..

Genel Kurmay Başkanımızın tespitine göre, 1993 yılında tam 538 şehit verdik PKK’nın hain saldırıları sonucu, ateşkes yapıldığı yılda. 538 şehit. 538 can.

İsterseniz bu ateşkes olayını bir de A. Öcalan anlatsın :

1993 yılında Celal Talabani bana geldi. Onunla olan görüşmemizde, Özal’ın (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı) ateşkes konusunda talebi olduğunu iletti. Böyle bir beklentisi olduğunu söyledi.

Daha önceden de ben, Türk gazetecilerinden Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu, İsmet İmset’le aynı konuda röportaj yapmıştım. Ben bu Türk gazetecilerine, Özal’ın ateşkes isteğinde samimi olup olmadığını sordum.

Bu gazeteciler bana, Turgut Özal’ın Kürt meselesine çözüm arayışı içinde olduğunu ve bu işi yapacak cesaretinin de bulunduğunu söylediler.

Aynı soruyu Celal Talabani’’ye de yönelttim. Celal Talabani de bana samimi gördüğünü ve bu konuda cesareti olduğunu söyledi.  Ben de sonuç olarak olayı siyasi platforma götürmek istiyordum. Benim düşünceme uygun geldiğinden 13 Mart 1993 günü Celal Talabani ile birlikte ateşkes ilan ettim.

Ateşkes ilan ettiğimizde, HEP milletvekilleri Ahmet Türk, Hatip Dicle, Sedat Yurttaş, Sırrı Sakık da oradaydılar. Celal Talabani benimle görüşmesinde, Turgut Özal’dan başka devlet içinde çeşitli kademelerde kişilerle de görüştüğünü, bu arada siyasi parti liderleriyle de görüştüğünü, izlenimlerinin olumlu olduğunu söylemişti.

Hatta sonraki görüşmemizde Talabani, Özal’ın benim ateşkes ilan etmemden sonra rahat bir uyku uyuduğunu, 10 yıldan beri ilk defa rahat bir uyku uyuduğunu söylediğini iletti.

İngiltere’de Arapça yayınlanan bir gazetede, gazetenin ismi El Vasat’tır, Talabani’nin bir açıklaması oldu. Bu açıklamasında Talabani görüştüğü isimlerle ilgili bazı isimler vermiştir. Ben bu açıklamayı okumadım yalnız münderecatı hakkında bana bilgi verdiler, açıklama doğrudur, dedi.

1993 yılı Mart veya Nisan ayında olabilir Hasan Cemal, Cumhuriyet gazetesi adına benimle röportaj yapmaya gelmişti. Hasan Cemal ile yemek yerken, Hasan Cemal bana o günkü İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in, benim için üslubunu biraz yumuşatsın, bizim de onun hakkında sert konuştuğumuza da aldırış etmesin, dediğini iletti.

Celal Talabani ile olan ateşkes ile ilgili konuşmalarımız ve gazeteci Hasan Cemal’le yemek esnasında yaptığımız konuşma, ikisi de benim evimde gerçekleşmiştir. İlk görüşme Şam’daki evimde gerçekleşmiştir. Hasan Cemal’le olan görüşme ise Lübnan’daki evimde olmuştur.

1993 yılı 13 Mart’ın da ateşkes ilan ederken PSK Başkanı Kemal Burkay da yanımızdaydı. O da ateşkese destek veriyordu. O gün aramızda birlikte hareket etmek için Kemal Burkay’la birlikte hareket etmemiz için bir protokol imzaladık. Bu protokol halen geçerlidir, dedi.’’

Durum bu..

Binbaşı Ersever, Abdullah Öcalan’ın silah bırakacağına inanmayan bir kişiydi. İstifa etmeden de önce bunu defalarca bizim seçilmiş ve atanmışlara anlatmaya çalıştı ama kimse dinlemedi O’nu, ne O’nu ne de bizi.

Talabani’ye hiç güvenmiyordu. Ersever’e göre bu adamın tek niyeti, PKK’yı koz kullanıp Irak’ta para ve güç elde etmekti. Ersever öldürüleli on yılı aşkın bir zaman geçti ve ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı, Talabani şimdi Irak Cumhurbaşkanı(Yıl 2007).

Ersever anlatıyor;

‘’Farz edelim ki, basının bahsettiği gibi A.Öcalan, kayıtsız şartsız silahlı mücadeleden vazgeçti. Her biri onlarca kişinin katili olan ve sayısız katliamlar gerçekleştiren on bine yakın militanını ne yapacak?

Bunlar, döktükleri Mehmetçik, polis, öğretmen, genç-ihtiyar, kadın-çocuk kanlarının hesabını vermeyecekler mi?

Ya da bu kanların hesabı kimden sorulacak?

Halkın dişinden, tırnağından arttırarak ödediği vergilerle bir araya getirilen yüzlerce araç-gereç, bina tesis yakılıp yıkılmıştır.

Bunların hesabı kimden sorulacak?

Ya da bir takım tavizler verilerek Apo’nun ateşkes çağrısı kabul edilirse, on yıldır yağmur – kar demeden canlarını dişlerine takarak eşkıya ile mücadele eden ve bu uğurda şehit olan binlerce vatan evladının geride bıraktıkları demeyecekler mi; Madem bu toprak parçalarını Apo’ya peşkeş çekecektiniz, neden çocuklarımızı öldürttünüz?

Halen hayatta olanlar sormayacaklar mı; Madem bu noktada Apo ile birleşecektiniz, neden Doğu’da Güneydoğu’da yıllarımızı heba ettiniz? Neden bizi piyon olarak kullandınız?

Kürt’üyle Türk’üyle bu topraklarda yaşayan insanların bir sürü olmadıkları, içinden bazılarının çıkıp bu rezaletin hesabını sormayacaklarını kim garanti edebilir?

Apo’nun, okulundan, işinden, yerinden, yurdundan ettiği, sorgusuz sualsiz kurşuna dizdiği, ölüme gönderdiği insan ve yakınları, Türkiye Cumhuriyeti’nden olmasa bile Apo’dan hesap sormayacaklar mı?

Onlar da demeyecekler mi ki; Madem T.C. ile birleşecektin, neden bizi bu kan deryasının içine ittin? Kürt’üyle, Türk’üyle, askeriyle-militanıyla, korucusuyla sade vatandaşıyla binlerce kişinin kanına giren Apo’ya, bu insanlar ve yakınları hesap sormayacak mı? Salt bu yüzden de olsa Apo, cesaret edip elindeki silahı bırakabilir mi?

Toplumun kaderini belirleyen makamların sahipleri ve aydınlarımız değerlendirme ve yorum yaparken bunları düşünmek zorundadırlar.

Suçlu, nedamet duyup suçunun kefaretini ödediği takdirde elbette ki toplumun bağrına dönebilir. Ancak, bunun ötesinde ve dışında bir çözümü Türk halkına dayatmak kabul edilemez.’’

İşte böyle..

Öcalan’ın açıkladığı sözde ateşkes aynı yıl ve aynı ay yürürlüğe girdi.

Operasyonlar büyük ölçüde durduruldu, sandılar ki, terör bitti. Ne zamana kadar? Mayıs ‘93’te Bingöl karayolunda PKK, masum 37 asker ve vatandaşı kurşuna dizdiği güne kadar.

Ardından terörün bitmemiş olduğunu anladık ve yeniden PKK ile mücadeleye başladık. Ekim ‘93’te ise Binbaşı Ersever öldürüldü, Uğur Mumcu öldürüldü. Aynı yıl, Cumhurbaşkanı Özal öldü. Orgeneral Eşref Bitlis bir uçak kazasında öldü. Demirel Cumhurbaşkanı oldu.

Talabani’nin aracılığıyla yapılan ateşkes olayı, tarihimize sürülmüş kara bir lekedir, tıpkı Tayyip zamanında askerlerimizin başına çuval geçirilmiş olması gibi.

Bu sözde Ateşkes’le, Özal’ın cumhurbaşkanlığı, Demirel’in başbakanlığı döneminde Türkiye Cumhuriyeti,  bir terör örgütü ile anlaşmaya gitmiştir.

Bu anlaşmayla PKK yok olma noktasında yeniden yaratılmıştır.

Bu anlaşmadan sonra geçen dört yıl içerisinde 2.541 vatan evladı PKK’nın hain kurşunlarıyla şehit olmuştur, hâlâ da şehit olmaya devam etmektedir.

4 Haziran 2007’de Tunceli’de bir karakolu basan teröristler 7 askerimizi daha şehit etmiştir.

Yarın olacak şehitlerimizden ise henüz haber gelmemiştir.

Terör de terörist de gökten inmiyor, ardında yılların ve bizi yönetenlerin ihmali var, gafleti var.

Ne yazık!

Kitap: İhaneti Gördüm

Başa dön tuşu