
Hamas İsrail’e saldırıyor.. İsrail şu anda Gazze’ye saldırıyor.. Onbinlerce insan İsrail Büyükelçiliği önünde toplanıp protesto ediyor.
Ve herkes merak ediyor, Türkiye ne yapacak?
Şimdi biraz geriye gidelim ve özetleyelim..
17/25 ve İsrail..
Bu işlerin düğüm noktasının ‘17/25’ olduğu çok açık. Çünkü öncesi Türk Ordusunu hedef alan Kod Ergenekon kumpasına gidiyor, sonrası da 15 Temmuz’a dayanıyor. Bu düğüm çözülebilirse eğer bugün toplum hafızasında hala cevap bulamamış soruların aydınlatılabilmesi mümkün olabilir.
Şu soruyla işe koyulalım; 17/25 operasyonunu kim neden tetikledi?
Bu operasyonlara konu olan olaylara bakıldığında, Zarrab üzerinden İran’a yönelik yaptırımların delinmesiyle ortaya çıkan ‘altın kaçaklığı ve yolsuzluk’ ile MİT TIR’ları üzerinden yabancı bir ülkeye yapılan silah sevkiyatının soruşturma konusu olduğunu görebiliyoruz.
İlk konu, İran’a yaptırım meselesi ki bunun arkasında İsrail var…
ABD zaten bu yaptırımları kendisi için koymamıştı ki, İsrail’i koruyabilmek adına bu işe soyunmuştu, İran’ın nükleer silah üretim faaliyetlerini engellemek istiyordu.
Bakmayın siz Zarrab diyerek, Ebru Gündeş diyerek, kaçak yalı diyerek işi magazinleştirip dikkat dağıtmaya çalışanlara bakmayın, onların kimi figüran kimi sahnenin dekoru ama asıl oyuncu İsrail. Zaten İsrail’i açığa vuran olaylar bugün de yaşanmıyor mu? Neredeyse her gün ABD İran’ı tehdit ediyor, dünya ‘ha vurdu ha vuracak’ endişesiyle İran’a karşı yapılacak operasyonu bekliyor.
Endişe içerisinde çünkü İran vurulursa Ortadoğu hiç beklenmedik olaylara sahne olabilir, güç dengeleri bir anda bozulabilir, sonrasının da nereye kadar gidebileceğini şu anda kimse kestiremez.
Dolayısıyla İran’ın vurulması bu aşamada pek olası görünmese de, yaptırımlarla hizaya getirilmek istendiği ortada. Dolayısıyla Usta’nın ‘yaptırımları delmek’ pahasına milyarlarca dolarlık para akışını Zarrab üzerinden İran’a yönlendirmesiyle, İsrail’in hedefi haline geldiğini görebiliyoruz.
MİT TIR’ları üzerinde yapıldığı ileri sürülen silah sevkiyatına gelince…
Bu da İsrail’in konusu çünkü bu silahların Suriye ve Lübnan’da başta Hizbullah olmak üzere diğer İsrail karşıtı dinci grupların eline geçmesi ciddi bir tehdit teşkil ediyor.
Bu noktada İsrail’in iyi çözümlenmesi gerekiyor, asıl amacının doğrudan İran’ı vurmak değil, önce Esad rejimine bu sayılan gruplar eliyle verilen desteği kesmek olduğunu düşünmek gerekiyor.
Sonra bu rejimi devirip yerine İsrail yanlısı bir yönetimi işbaşına getirebilmek ve ardından Lübnan’daki Hizbullah örgütünü enterne ederek İran’ı yalnızlaştırmak, nihayetinde tehdit hala devam ederse, son çare İran’ı vurmak.
İşte İsrail’in öncelikleri böyle sıralanıyor…
Asıl hedef İran, İsrail’in bu coğrafyada kendi varlığına karşı gördüğü en ağır tehdit; nükleer silah sahibi bir İran’ın İsrail’i yok edebileceği düşüncesi hep vardı, şimdi de var.
Yani?
Yani ’yaptırımlarını deldiniz’ iddiasıyla davayı açan Amerika olsa da bu işten asıl rahatsız olan İsrail, ABD’yi bu konuda harekete geçiren de İsrail. Tabii bu noktada Esad’a karşı muhalifleri destekleyen hatta bu amaçla Türk Ordusunu Suriye topraklarına gönderen Türkiye ayrı bir önem kazanıyor.
İsrail 17/25 operasyonuyla ne yapmak istedi?
İsrail, bu operasyonlarla hem İran’a karşı yaptırımın delinmesine yönelik hem de silah sevkiyatına ilişkin kanıtları topladı ve saymayın üçü beşi, bunlar ana deliller çünkü Türk Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde toplanmış olduğu için uluslararası hukuk açısından yasal nitelik taşıyor.
Belki daha önemlisi telefon dinlemeleri ve teknik takiple, Usta ve yakın çevresinin biyografik istihbaratı çıkarıldı yani şu an Usta’nın sağlık durumundan finans durumuna, aile ilişkilerinden dış bağlantılarına, aklınıza gelen ne varsa hepsi ABD’nin elinde, İsrail’in elinde. Fetö zaten bu konuda uzmandı tıpkısının aynısını Kod Ergenekon soruşturmasıyla Türk Ordusunun komuta heyetine ve Cumhuriyete gönülden bağlı yüksek sivil şahsiyetlere karşı yapmış olduğu için beceri kazanmıştı dolayısıyla bu açıdan kolay oldu bu işler.
Usta şimdi rahat gibi görünüyor ve bu iki ana davayı kapattığını düşünüyor olabilir ama..
Meselenin iç yüzü öyle değil. Bu komplo üzerinden Türkiye’de hukuk işletilemeyince, aynı davalar şimdi ABD’ye taşındı hala sürüyor. Üstelik hala dava konusu içinde görülmeyen silah sevkiyatı meselesi rafta bekliyor. ABD’yi görüyoruz işte küresel bir güç, istediğine yaptırım uyguluyor, istediğinin tüm mallarına el koyuyor hatta tutuklama müzekkeresi bile çıkarabiliyor.
Usta ‘söz konusu vatandır’ diyerek İsrail yörüngesinden çıkmaya kalkıştığında, anlaşılan o ki yakındır silah sevkiyatının da gündeme gelmesi. Bu durumda nereden bakılırsa bakılsın Usta, ABD ve İsrail tarafından kıskaca alınmış durumda.
Hal böyle olunca işin rengi değişiyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir milli güvenlik meselesi haline dönüşüyor.
Ne yazık ki Türkiye, 17/25 operasyonlarının bu anlattığım perde arkasını göremedi, daha doğrusu toplumun görmesine izin verilmedi. Muhalefet olaylara sadece ‘yolsuzluk’ üzerinden baktı.
Zarrab’ın milyar dolarlarla ifade edilen ve siyasi iktidarın yakın çevresini de içine alan yolsuzlukları üzerinden perdeyi açtı ama bu operasyonlara karşı Türkiye Cumhuriyeti devlet güvenlik mekanizmasının nasıl zaafa düşürülmüş olduğunu gündeme taşıyamadı.
Kamuoyunun dikkatini bu noktaya çekmeyi bilemedi. Bu fırsat gören Usta da ‘bu hükümete karşı iç ve dış odaklı darbedir’ diyerek meseleyi Fetö’yle mücadele odağına yerleştirdi, böylece sahnenin perde arkası örtülendi.
Oysaki bu dış kaynaklı siyasi bir operasyondu…
Bu operasyonun hedefinde Usta ve yakın çevresi vardı. İran’a karşı yaptırımları delmek ve silah sevkiyatıyla İsrail’in güvenliğini tehlikeye düşürdüğü savıyla siyaseten yol getirilmek istenmişti.
Bu yönüyle 17/25 operasyonu bir ABD-İsrail operasyonuydu ve cemaat temelinde yükselen Fetö’nün kripto hücreleriyle F Tipi kadroları, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Usta’ya karşı kullanılmıştı. Türkiye’nin İran’a yönelik dış politikası değiştirilmiş, yaptırımlar baskıyla uygulatılmıştı. Böylesi bir siyasi komplonun hedefine düşmekle Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyamayan bir devlet adamının hem siyasi hem de hukuki sorumluluğunun olması gerekiyordu ama bu hiç gündeme gelmedi hala da gündemde değil.
Bu noktada Zarrab’ın kaçak yalısına, ünlü sanatçı Ebru Gündeş’le evliliğine, hediye olduğu söylenen yüz binlerce liralık kol saatine kilitlenen Türkiye, bu dış kaynaklı operasyonun icra ediliş şekliyle Türkiye açısından ne ifade ettiğini de göremedi.
İşin düğümü burada zaten.
Eğer ki siz savcı Zekeriya Öz’ün başında bulunduğu bu hücreyi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı, ardından Cumhurbaşkanı olan Usta’ya karşı üstelik Türkiye’nin içinde harekete geçirebiliyorsanız, bu Fetö hücrelerinin harekat komutası sizde demektir, bu kadar açık ve net!
Peki bir devlet memuru olan başta Zekeriya Öz ve şürekası hangi motifle yaptı bunu?
Para için mi, makam mevki için mi, cemaatin Müslüman inançları adına mı, ne için?
Sonuçta Müslüman bildiğimiz bu yapı hangi motifle Müslüman aleminin lideri olduğu söylenen Usta’ya karşı harekete geçirilebildi?
Bu önemli çünkü parayla olmaz bu iş, makam mevki için de olmaz, Müslümanlık adına da olmaz. Dolayısıyla tüm bunlar Fetö’nün kripto hücreleri üzerinde ABD ve İsrail’in tam bir kontrolü bulunduğunu göstermekle birlikte, daha önemlisi bu hücrelerin varlığından devlet güvenlik mekanizmasının haberdar olmadığını işaret ediyor.
Belli ki 17/25 operasyonundan Usta’nın hiç haberi olmamış..
Olmamış çünkü basına yansıyan ‘paraları sıfırla’ konuşmaları dikkate alındığında ortadaki şaşkınlığı görebiliyoruz. Apar topar Fehmi Koru’nun Gülen’e gönderilişinden anlayabiliyoruz.
Öyle ya haberi olmuş olsaydı, kendisine karşı bu operasyona izin verir miydi ki?
Peki, Usta’nın 17/25 operasyonundan haberinin olmayışı devlet yönetimi açısından ne anlama geliyor? Hakan Fidan’ı biliyorsunuz, 2010 yılından günümüze Milli İstihbaratın başında, üstelik Usta’nın deyişiyle ‘sır küpü’.
Eğer ki Usta’nın 17/25’ten haberi yoksa, Fidan’ın da haberi yok anlamına geliyor bu. Haberi olsaydı uyarmaz mıydı ki?
Şimdi bunları alt altta koyduğumuzda, bu operasyonu yapan kripto hücrelerin tamamının ABD-İsrail’e bağlı bir casus şebekesi olduğu anlaşılıyor.
Çünkü koca devlet güvenlik mekanizmasına rağmen bu hücreler Usta’ya karşı hem gizlice operasyonu planlamış hem de icra edip istenilen sonuca ulaşabilmiştir.
Bu gözardı edilemeyecek apayrı bir zaaftır tıpkı 15 Temmuz kalkışmasında yaşandığı gibi. Bunun da hukuki sonuçlarının olması ve yargının harekete geçmesi gerekiyor ama süreç ne yazık ki öyle gitmiyor, ilginçtir gündeme dahi düşmüyor.
Öte yanda…
Bu davalar hala ABD’nin masa üstünde tutulduğu için mesele Usta ve yakın çevresinin meselesi olmaktan çıkmış, Türkiye’nin ulusal güvenliği meselesi haline dönüşmüştür, demiştim. Doğrudur çünkü bu davalar üzerinden Türkiye iç ve dış politikada pazarlık masasına oturtulmaya zorlandı. Türkiye’nin özellikle İran, Irak ve Suriye politikalarında tam bağımlı hale getirilmek istendiği ortada.
Tabii burada bu üç ülkenin adı geçince hemen akla ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ geliyor, Ermenistan, Kürdistan ve Büyük İsrail projeleri geliyor.
Peki Türkiye’yi böylesi bir kıskaca düşürmeye bir devlet adamının hakkı olabilir miydi?
Bu konuma düşürülmüş bir devlet adamı hala görevde kalabilir miydi?
Bu sorular bırakın gündem olmayı, bugüne kadar hiç sorulmadı bile.
Devlet yönetiminde ortaya çıkan bu zafiyetler bir yana, olaylara ‘varlık ve beka’ açısından bakıldığında ise Türkiye’nin Fetö’ye karşı mücadelede bütün enerjisini medyada dile düştüğü gibi çaycı baklavacı börekçiye ya da emekli memur işçiye değil, tavanda yer alan ve devletin tepe kadrolarına sızmış olan bu kripto hücrelerin açığa çıkarılması için harcaması gerekiyor ama süreç yine öyle gitmiyor.
Elbette bir mücadele yapılıyor, yargı yeniden dizayn ediliyor, açığa çıkmış F Tipi kadrolar temizleniyor, şirketlere el konuluyor, okullar, dershaneler, yurtlar, pansiyonlar el değiştiriyor ama tüm yapılanlar 15 Temmuz’da Fetö’nün bir darbeye daha kalkışmasına engel olamıyor, neden?
Bu durumda insan aklı ister istemez ‘ne iş bu iş’ diye sormaktan kendini alamıyor…
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak/2019