
1924 Diyarbakır/ İhsan Nuri ve Hakkari/ Nesturi isyanlarından hemen sonra Cumhuriyet iki isyanla daha karşı karşıya kaldı. İlki Şeyh Sait isyanı, diğeri Şemdinli isyandır.
İsyanlar bastırıldı.
Elebaşlarından kimileri yakalandı yargılandı, kimileri de İran, Suriye ve Irak’ın kuzeyine kaçtı. Nasıl ki, 1915 Ermeni isyanı ile Nesturi isyanlarından kaçanlar, İngilizlerin Irak ve Suriye’de tampon devletler kurabilmek amacıyla kurduğu tezgaha düştülerse, tıpkısının aynısı, 1925 isyanlarından kaçanlar da aynı tezgaha düşürüldüler.
İşin garibi bu kez tezgaha düşen Cübbeli Ahmet’in büyük Halifesi Seyit Taha’nın torunu oldu. Gerçi önceki isyanlarda amcası Seyit Abdulkadir tehgahın içinde yer almış olsa da, bu kez Cumhuriyet’e karşı Ermeni Taşnak çetesiyle silahlı ittifak kurmak, Türk tarihinde eşi pek görülmüş bir şey değildi.
Dr. Bilal Şimşir, küçük Taha’yı tezgaha çeken İngilizleri çok net açığa çıkarıyor, işte;
“1925’te, Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması üzerine bazı ayrılıkçı Kürtçüler Kuzey Irak’a ve Suriye’ye firar eder. Irak’a kaçanlar İngiliz Yüksek Komiseri Yardımcısı ve İngiliz istihbartının yetkilisi C.J. Edmods’a takdim edilirler. Edmods bunları alır ve yine istihbarat görevlisi Yüzbaşı Modfold refekatinde Revanduz’a gönderir. Ve burada Anadolu’da adı Kürdistan olan ayrı bir devlet kurmak amaçlı ilk toplantı, İngilizlerin yönetiminde yapılır. Toplantı yeri Seyit Taha’nın evidir.”
Bu Seyit Taha, Halidi Nakşi Tarikatının Anadolu Halifesi Şemdinli’den Seyit Taha’nın torunudur.
Yani?
Hani bu bugünlerde ‘tarikat devletin içinde’ diye tartışılan konular var ya.. Hani başta Menzil, İsmailağa, Cübbeli Ahmet isimleri sıkça konuşuluyor ya.. İngiliz tezgahına gelen bu küçük Seyit Taha -ister cemaat ister tarikat- silsile yoluyla hepsinin halifesi oluyor, çünkü dedesi Büyük Seyit Taha’dır. Seyit Taha’yı halife yapan tarikatın kurucusu Şeyh Halid’dir.
İngilizler, kendi küçük ama tarikat silsilesi büyük Taha’yı iyi tanır, çünkü Musul işgal edildikten sonra Revandüz Yöneticisi seçilmiştir. O yıllarda merkezi Revanduz olan Kürt Teali Cemiyeti’nin de yönetimindedir. Aynı süreçte Kürt–Türk Hilafet Cemiyeti kurulmuş başkanlığına Seyit Abdulkadir’in oğlu Abdullah getirilmiştir. Bu Abdulkadir, küçük Taha’nın amcazadesidir. Kürt–Türk Hilafet Cemiyeti’nin merkez komitesinde, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ile birlikte, bu küçük Taha da yer almıştır.
Bakınız şimdi etrafınıza, coğrafyası seçilmiş, kişilikleri seçilmiş. Ortak noktaları Anadolu’yu ele geçirmek olan bu isimlerin, aynı yolda nasıl birlikte yürümüş olduklarına bir bakınız. Gerçi şimdi emelleri daha büyük ama, tezgahın aynı tezgah olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bu yolun sonu nereye varır, bunu düşünmek için şimdi tam zamanıdır.
Biz geçmişte yaşadıklarımızı unutmuş gibi görünüyor olsak da İngilizler hiç bırakmadı peşini küçük Seyit Taha’nın. Aradılar, buldular ve toplandılar. İngiliz ajanı Modfold, Seyit Taha ve kardeşi Seyit Musluhiddin, Balik aşiret reisi Mehmet Ağa, Menkuru aşiret resi Suvar Ağa namına katibi, Hınıslı Emin (diğer ismi Broski) bir araya geldiler.
Oturdular, düşündüler, taşındılar ve karar verdiler;
‘İngilizler daima mazlum milletlerin hamisi olmuşlardır. Kürtlere de yardım edeceklerdir. İcabında kendilerine silah ve cephane verecekleri gibi, Nesturilere de Kürt elbisesi giydirerek yardım ettireceklerdir. Fakat her şeyden evvel muvaffak olmak için de birleşerek bir cemiyet vucüda getirmek lazımdır; Şemdinan(Şemdinli) tarafına büyük taarruz ve Van işgal edildiği takdirde İngiliz yardımı her sahada kendini gösterecektir.’
Şimdi tekrar düşününüz…
1924 Hakkari Nesturi isyanı, Diyarbakır İhsan Nuri isyanı, ardından gelen 1925 Şeyh Sait isyanı ve Şemdinli baskını ülkeyi yakıyor yıkıyor. Öte yanda Cumhuriyet isyanları bastırmakla birlikte uzun süren savaşlardan yorgun ve yoksul bir çıkmış halkı ayağa kaldırabilmek için, bir yanda salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Öte yanda fabrikalarını açıyor. Saltanat’tan millet egemenliğine giden yolda çabalıyor, ama bu İngilizler, dünya harbi biteli altı yıl olmuş hala durmuyor.
Neden?
Lozan’da biliyorsunuz, Musul konusunda anlaşmaya varılamamış, alınan karar gereği sorunun çözümü Cemiyet-i Akvam’a götürülmüştü.’
7 Ağustos 1924. Hakkari bölgesindeki Nesturiler isyan başlattılar. Aynı anda İhsan Nuri Diyarbakır’da isyan çıkardı. 30 Eylül 1924, Musul Komisyonu kuruldu. İlk toplantısı Londra’da yapıldı. 16 Ocak 1925, Bağdat ve Musul’da yeniden toplanan komisyon raporunu açıkladı;
“1928 yılında bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması ve Kürtlere özerklik verilmesi…”
Bu bir komisyon raporudur, nihai karar 16 Aralık 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisince verilecektir. Şeyh Sait isyanı işte böylesi bir süreçte başlatıldı. Aynı dönemde Sason ayaklanması patlak verdi.
Bu ayaklanmalarla İngilizler aradığı fırsatı buldu ve Cemiyet-i Akvam kararını şöyle bağladı; “Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılacaktır.’
Fransa’nın Bağdat’taki Yüksek Komiserliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda, Musul ile Şeyh Sait isyanı arasındaki bağ çoktan kurulmuştu;
‘Haritaya baktığımızda Harput, Diyarbakır, Muş ve Bitlis’in oluşturduğu dörtgenin Musul’un kuzeybatısında ve Şubat ayında kesin çözüme bağlanması gereken Musul da, Irak’ın kuzey sınırı Zaho ve Ahmediye’nin batısındadır. Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyona, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecektir.’
Biz Musul’u nasıl kaybettik sanıyorsunuz…
Bir yanda Nesturi isyanları öte yanda Halidi Nakşi şeyhlerin çıkardığı isyanlar ve her ikisinin de arkasında İngiltere. Bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken konu şu: Barzan coğrafyasından çıkış alan Müslüman Halidi Nakşi şeyhleri neden ve hangi amaca hizmet için Hristiyan unsurlarla işbirliğine giderek Cumhuriyete karşı isyan başlatır ve bu isyanlar sonucu Musul İngilizlere kalır.
Burada İngilizlerle Cumhuriyet’e karşı işbirliği yapan Müslüman, kazanan İngiltere, kaybeden yine Müslüman. Mesela Suriye’de terörle mücadele adına ABD/İsrail’e destek veren Müslüman, sonuçta kazanan ABD/İsrail kaybeden yine Müslüman. Burada kim neyi kimin desteğiyle kazanıyor, bi düşünün.
1927 Mart’ında Seyit Taha’nın bir toplantı daha yapıldı, ama iş yürümedi. Bir daha toplandılar yine Seyit Taha’nın evinde. Bu da tutmadı. Planlar tutmayınca İngilizler Ermenileri de bu işin içine çekmeye karar verdiler.
İngilizlerin planı şudur;
“Türklere karşı mücadelede Ermeniler teşkilat, fen ve propaganda sağlasın, Kürtçüler de ayaklanıp savaşsın”! Bu işbirliği gerçekleşirse, İngiliz ve Fransız istihbaratı ile birlikte Taşnak Ermeni örgütü de ayrılıkçı Kürtçüleri kullanabilecektir.
Şimdi yine görüyoruz. İngiliz,Fransız ve Ermenilerle bir olup Cumhuriyet’e karşı ittifak kuran Müslüman ama, kazanan yine Haçlı kaybeden yine Müslüman.
Bu vurguyu neden yapıyorum?
2023 seçimlerine giderken karşımıza nasıl bir siyasetin çıkabileceği konusunda şimdiden ipuçları vermeye çabalıyorum. Çünkü Cumhuriyet’e karşı İngiliz, Rus, Fransız hatta Yahudilerle ittifak kurmuş bu Müslümanlar hep aynı tarikatın şeyhleridir, şıhlarıdır, seyitleridir. Bugün ekranlarda tartışılan ‘tarikat devlete mi sızıyor’ meselesindeki tarikatla bu anlatılanların arasında bir bağ kurulabilir mi, bi düşünün…
Türkiye bugün tam da seçimlere hazırlık yaparken, İngilizlerin bu siyasi stratejisi hiçbir şekilde gözardı edilmemeli. Tıpkı tarihte olduğu gibi, ‘Ermeniler teşkilat, fen, propaganda sağlasın, ayrılıkçı Kürtçüler de Türklere karşı ayaklansın’ ihanet siyaseti yeniden işletilebilir mi, gözardı edilmemeli.
Buna şimdi sığınmacılar eklendiğinde, yarın karşımıza nasıl bir tablo çıkabilir, bi düşünün. Bu bir risktir, varlık ve beka söz konusu olduğunda asla görardı edilmemesi gereken bir risk. Herkes şapkasını önüne koyup bu siyasi stratejiye günümüzde yaşanılan olaylar üzerinden bi bakmalı. Duvarda çok uzun yıllardır asılı kalmış bu resim, bugün ne diyor, bunu görmeliyiz, görmek zorundayız.
Nihayetinde..
Hoybun örgütünün temeli, bu anlatılan İngiliz stratejik düşünce paralelinde yine Seyit Taha’nın evinde yapılan üçüncü toplantıda atıldı. Katılanlar bellidir;
‘Ermenilerden Leon Paşa, Urfalı Emir Ziyan, Bağdat’ta Londra Oteli işletmecisi Sultanyan ve Muşlu Aris; Kürtlerden Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Doktor Mehmet Şükrü(Sekban), firari subaylardan Hurşit, İhsan Nuri, Hınıslı Mehmet Emin(Broski), Liceli Fekmi Efendi, Süleymaniyeli Abdulkerim Şalul…’
Örgütün kurulmasına karar verildi, adı kondu, ‘Hoybun’ üzerinde karar kılındı.
Kürtçe ‘istiklal’, Ermenice ‘Ermeni yurdu’ demek olan bu Hoybun’un siyasi stratejik anlamı çok farklıdır. Hoybun; küresel projenin bir parçası olarak adı Kürdistan olan ayrı bir devlet kurmak emeliyle bir araya gelmiş olan ayrılıkçıların, büyük Ermenistan emelindeki Taşnakçılarla birlikte oluşturduğu ittifakın kod adıdır. Hoybun; temeli ve çatısı Ermeni, siyasi fikri İngiliz ve piyonu Kürt olan bir gizli örgüt olarak Türk tarihine ilk defa adı böyle yazılmıştır.
Başta söylediğim gibi işin en garip yanı, bu örgüte ev sahipliği yapan kişi Halidi Nakşi Tarikatının Anadolu Halifesi Büyük Seyit Taha’nın torunudur. Hoybun başı Celadet Ali Bedirhan ise, Botan/ Cizre Emiri Bedirhan Bey’in torunudur. Ve hep birlikte yola koyuldular, soluğu Paris’te aldılar…
Amaç; bu ittifakı Avrupa kamuoyuna duyurmak, Milletler Cemiyeti’nden destek almak.
Taşnak Ermeni kimliğini gizlemek adına, Kürt aşiretlerinden birer temsilci gönderilmesini istediler. Seçilen isimler şu; ‘Berazi aşiretinden Hüsnü, Irak Kürtleri namına Şerif Paşa ve diğerleri için de Doktor Şükrü Sekban’. Burada geçen Şerif Paşa, Paris Konferansında Ermenilerle ittifak kuran ve bu nedenle Anadolu’da ‘Herif-i Naşerif’ lakabıyla bilinen kişidir. Baban hanedanındandır. Doktor Şükrü Sekban ise, Kürtlerin aslında Turan soyundan geldiğini anlayıp örgütten koptuğunu söylediğimiz kişidir. Ermeni temsilcileri de şunlardır; ‘Rupen Paşa, Vahan Papazyan, Bogos Nubar Paşa, Erivan namına Ahadisyan ve Vaharonyan’.
Bakınız bunlar Osmanlı Paşası’dır. Ancak Türk tarihi de işte böyledir; eninde sonunda affetmiyor, ihanet eden ‘naşeref’ olup tarihin çöplüğüne atılıyor. Varlığını milletine adayan ‘Atatürk’ oluyor, Türk Milletinin gönlünde sevgiyle, saygıyla, minnetle ve rahmetle Anıtkabir’de toprağa başını yaslayıp, mirasını Türk Milleti’ne, kurduğu Cumhuriyet’i de Türk Gençliğine emanet etmiş olmanın huzuruyla uyuyor.
Hala Paris’teyiz..
Paris’te, biri Kilikya(Adana ve çevresi) diğeri Erivan’da olmak üzere üzere iki Ermeni devleti ve bunlar arasında yer alacak bir Kürt devleti kurulmasına karar verildi. Örgütün Avrupa ayağı artık tamamdır. Ancak dikkat ediniz böylesi çizilmiş bir harita, bir zamanlar İngilizlerin yaptığı ‘Ermeni-Nesturi-Kürt’ projesiyle, ardından gelen Sevr işgal projesiyle ve nihayet bugün Amerika’nın BOP’uyla birebir örtüşmektedir. Dün ile bugün arasında fark, Sevr’de geçen Büyük Ermenistan BOP’un Büyük Kürdistan’ı içine gizlenmiş oluşudur, hepsi bu.
Sıra gelmiştir Ortadoğu ayağına…
Bu kez toplantı yeri Beyrut’tur. Adına kongre deyip, örgüt başları Celadet Ali Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan, Goms adıyla bilinen Vanlı Papaz Vahan Papazyan oturur, düşünür taşınır, ama bu kez bir karara varamazlar. Anadolu toprakları öylesine büyüktür ki, kavga paylaşımda çıkar.
Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Mehdi haritayı görür, bir kızar bir kızar, hiç sormayın. Haritada, Anadolu toprakları Ermenilerle paylaşılmış ancak, iki Ermeni devletine karşılık bir Kürt devleti oturtulmuştur. Hani bire bir olsa sıkıntı yoktur, ama ikiye bir, olacak iş değildir. Zaten o da ‘Olur mu böyle şey’ diyerek haritayı masaya fırlatır, ‘bu bir tezgah’ diyerek bağırır;
‘Şu şekle bir bakınız… İki Ermenistan ve ortada iki yumruk arasında kalmış bir Kürdistan. Bunu hangi akıl kabul eder! Sonra, kurulan cemiyet bir Kürt cemiyeti olduğu halde, reisi nasıl Ermeni oluyor. Bu da gösteriyor ki, Kürtler ortadan kaldırılmak için gizli bir uçuruma doğru götürülüyorlar. Ben Ali Rıza ve taraftarlarımız namına, şimdiye kadar verilen kararların hiçbirini kabul etmiyorum.’
Tabi gergin bu hava tartışmanın şiddetlenmesine yol açar. Ermeniler ve Bedirhanlar, Ali Rıza ve taraftarlarının örgütten çıkarılmasını ister. Buna karşılık muhalifler toplantıyı terk eder. Ancak ayrılanlar yine Cumhuriyet’le barışmayı bilemez. Yeniden bir araya gelecek ve aynı amaçlarla başka bir örgüt daha kuracaklardır.
Uğur Mumcu, Hoybun’un kuruluş toplantısına dört siyasi Kürtçü cemiyetin katıldığını söylüyor; ‘Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilatı İçtimaiye, Kürt Millet Fırkası ve Kürt Ulusal Birliği’.
Burada geçen Kürt Ulusal Birliği, Süreyya Bedirhan’ın Mısır’da kurduğu Kürt İstiklal Komitesi’dir. Ocak 1919’da, Bedirhaniler Kahire’de bir komite kurmuş, ‘Kürdistan ou Armenie’(Kürdistan ya da Ermenistan)’ adıyla bir broşür üzerinden emellerine yönelik mesaj göndermeye başlamıştır.
Komite programının dokuzuncu maddesi şudur; ‘İstiklale kavuştuktan sonra, hayatı şaibedar olmamış Kürt hanedanından bir zat, Kürdistan’a hükümdar tayin edilebilecektir’.
Yani?
Komiteyi kuran Süreyya Bedirhan ‘Kürdistan Hükümdarı’ olmaya daha o yıllarda kendini hazırlamış, bu amaçla aynı yıl Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulması için İngilizlere başvurmuştur.
Şimdi insanın aklı daha da karışıyor..
Hatırlıyorum, hani Erdoğan daha Başbakan bile değilken, ABD’de nasıl karşılandığını, yanında danışmanı Cüneyt Zapsu’yu, iktidara gelindiğinde ABD’ye nasıl destek verileceğinin daha o zaman ilan edilişini. Sonrasında ABD’ye verilen bu desteğin nasıl Barzani’ye bağımsızlık yolunu açtığı aklıma geliyor.
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
Kod 2023 Son Tezgah/2022