Herzl.. ‘Siyon Nedir’

Tevrat’ta geçen olaylara bakıldığında iki bin yıldan fazla bir zamandır göçte yaşayan Yahudiler için Sion’a geri dönmenin büyük ve kutsal bir umut olduğu anlaşılıyor.
Ve Tanrı Tapınağı/Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmek ve bir zamanlar var olan Büyük İsrail Krallığı’nı Vaat Edilmiş Topraklarda kurmak emelinin hiçbir zaman bir hayal olmadığı aksine gerçekleşeceğine inanılan kutsal bir vaat olduğu da görülebiliyor.
Bu teo-stratejik bir inançtır; bir gün mutlaka gerçekleşeceği düşünülen kuvvetli bir inançtır.
Ve bu inanç dün bugün değil en aşağı iki bin yıldır süregelmektedir.
Bakınız Babil sürgünlerine…
Tevrat’ta geçen bir ayettir bu, bakınız nasıl yemin ediyorlar:
“Ey Kudüs, seni unutursam, sağ elim işlemez olsun. Seni hatırlamazsam, seni en yüksek sevincimin üstünde tutmaz isem, dilim damağıma yapışsın…”[1]
Yani bu Sion projesi ne 1897’de ne de 1917’de aniden ortaya çıkmış küresel bir proje değil, Tevrat ve İncil’de geçen kutsal ayetlerle desteklenmiş, siyasi, teo-stratejik ve küresel bir projedir.
Siyonizm zaten bunu ifade ediyor; Sion’a yerleşmek ve yeniden güç olmak!
Sadece güç olmak da değil, Kudüs merkezli bir Yahudi Devleti kurmak, önce bölge coğrafyasına sonra da dünyaya hakim olmak yani Tanrı Krallığı!
Sion’un özellikle Irak’la çok çarpıcı bir bağı vardır. Bu bağ Tevrat’tan örnek verilerek şöyle tanımlanıyor:
“…Siyonizm terimizin kökünü oluşturan Siyon sözcüğü Musevi tarihinin ilk çağlarından beri Kudüs ile eş anlamlı olarak kullanılagelmiştir. Bu kelimeye Filsitin’deki birinci Musevi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasından sonra özel bir anlam verilmiş ve “Siyon”; yurtlarından kovulmuş Yahudi halkının Filistin’e dönme arzu ve özlemini benliğinde toplayan bir duygu hazinesi olmuştur. Nitekim Siyon adı ilahilerde sık sık geçer. Eski Ahit; Babil nehrinin kıyısında oturup da ağladık/Siyon’u hatırladıkça “ der…”
Babil, bugünkü Irak’tır.
Dolayısıyla İsrail’e Tevrat gözlüğüyle bakıldığında Irak’ı görmeden geçmek mümkün değildir. Bu durum düşünen insan aklını ister istemez bugün Irak’ta yaşanılanlarla İsrail’in bir ilişkisi olup olmadığını araştırmaya sevk ediyor.
Tevrat’ı okumuş olanlar bilirler, Suriye için de çok çarpıcı ayetler vardır. Bunları detaylı anlatacağım ama şimdi şu ayetlerin nasıl bir siyasi projeye dönüştürülmüş olduğunu anlatmak istiyorum…
Siyonizm kavramı ilk kez 19. Yüzyılın sonunda, bir Rus Yahudisi olan Nathan Birnbaum tarafından kullanılmıştır.
Birnbaum, kendisinin çıkarttığı ‘Kendi Kendine Kurtuluş- Selbstemanzipation’ adlı derginin 01 Nisan 1889 tarihli sayısında, Siyonizm’i; Musevileri Filistin’e yerleştirmek amacını güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasi parti örgütü olarak anladığını ifade etmiştir. Ve bu siyasal akımın taraftarları ‘Siyonist’ olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımlamaları günümüze taşıdığımızda Siyonizm’in, Yahudilerin Filistin’de bağımsız bir devlet şeklinde yerleşmesi ve orada Yahudiliğin tüm kurumlarıyla dirilmesini amaçlayan küresel bir hareket olduğu anlaşılabiliyor. [2].
Bu durum Tevrat-Tanah’ı iyi analiz etmiş araştırmacılar için hiç de şaşırtıcı değildir.
Ancak bu bir sorundur.
Toprağın asıl sahipleri olan Filistinlileri yok sayarak İsrail’in yaşayabileceğini düşünmek çok aşırı bir iyimserlik olur.
Her ne kadar dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir, 1969 yılında, “Bir Filistin Halkı yoktur… Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir.[3]” dese de, var olan bir sorunu görmezden gelmenin İsrail’i yaşatabileceği hiç düşünülmemelidir. Çünkü Kudüs merkezli kutsal toprakların binlerce yıllık asıl sahipleri Filistinlilerdir ve halen de o topraklarda yaşamlarını sürdürmektedir.
Bugün ABD’nin üzerinde oturduğu toprakların asıl sahipleri olan Kızılderilileri yok saymasıyla, İsrail’in bugünkü Filistinlileri yok sayması arasında derin bir uçurum vardır.
ABD yeni keşfedilmiş bir coğrafyanın eski sahiplerini yok ederek Amerika’yı kurmuştur.
Ancak yok olma sürecine giren Kızıldereliler yalnız bir uygarlık idi. Top tüfek ok yay bir yana, yalnız oldukları için zaten varlıklarını sürdürmeyi başaramadılar.
Bunu o uygarlığı küçüksemek kastıyla söylemiyorum, Filistin- İsrail meselesiyle ABD-İKızıldereli meselesi arasında var olan uçurumu vurgulamak için örnekliyorum.
Kızılderili uygarlığı denilince tek başına Kızılderililerle başlayıp Kızılderililerle biten bir insan uygarlığı akla geliyor.
Her şey kendi coğrafyasında her şey kendi içerisinde olup bitiyor. Ama bugün Filistin’e baktığınızda, Kudüs’e baktığınızda sadece bilinen en eski insan uygarlıklarını görmekle kalmaz, bu uygarlıkların zincirleme devam ettiğini ve dünyaya yayıldığını görürsünüz.
Bu uygarlıkların, insanlığın doğuşuyla birlikte bu kutsal ve zengin topraklara sahip olabilmek için yaptığı savaşları görürsünüz ta Hititlerden Roma’ya, Bizans’tan Araplara ve tarihe vurduğu güçlü damgasıyla Türklere…
Ve bu coğrafyada insanlığın birbirine devrettiği uygarlıklarla çok güçlü bir tarih yaptığını görürsünüz.
Hititler, Lidya, Frigya, Komagene, Urartu, Medler, Persler, Asur, Babil, Elam, Akad, Filistinliler, İsrailoğulları, Mısırlılar, Araplar, Romalılar, Bizans ve Türklere kadar uzanan dünyanın eski insan uygarlıklarını, uğruna hala savaş yapılan zengin kaynakları, bereketli toprakları, kıtalararası ulaşım yollarını, güçlü bağlarıyla güçlü bir tarih görürsünüz.
Bu yaşayan uygarlıktır, yaşadıkça güçlenen bir uygarlıktır.
Düşününüz ki böylesi güçlü bir coğrafyada bu Anadolu’da hala yaşayan hakim olan en eski uygarlık Türklerdir; Roma ve Bizans yaşatılmak için uğraşılsa da müzelerden öteye geçemeyecek olan tarihsel kalıntılardır.
Bu nedenle Türk bu coğrafyanın en büyük gücüdür.
Türk’ün desteği olmadan bu coğrafyada cirit atabilmek sanıldığı kadar kolay değildir.
Buradan hareketle bir Filistin meselesinin bu ABD’nin bir Kızılderili meselesine benzemediğine dikkat çekmek istiyorum…
Yapayalnız bir coğrafyada yapayalnız Kızılderilileri topla tüfekle yok edebilirsiniz ama kutsal toprakların merkezinde yaşayan ve toprağın asıl sahipleri oldukları dünyaca bilinen bir Filistinlileri bırakın topu tüfeği atom bombasıyla dahi yok edemezsiniz çünkü o size kadar yakındır ki atılacak her atom bombasının külleri önce sizi vurur.
Öte yanda…
Bugün için Kudüs merkezli bu coğrafya Hristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık için kutsaldır; her inanç kavmi bu kutsala sahip olmak için savaş vermektedir ve bu savaşta toprağın en eski sahibi Filistinliler önemli bir öğedir.
Yani Filistin, İsrail siyasetinin yok saymasıyla yok olabilecek bir kavim değildir, üstelik ardında da – her ne kadar Araplar arasında bir birlik sağlanamasa da- Müslüman aleminin büyük bir desteği vardır.
Kaldı ki bu mesele Türkiye için de önemli bir meseledir; halkı Müslüman olan bir ülkenin lideri İsrail’e örtülü destek verse de Filistinlileri yok sayan bir siyaset bir şekilde açığa çıktığı zaman, halkın o lidere hala aynı desteği verebileceğini düşünmek bir hayalden öteye geçemez.
Özetle Filistinliler hiç mi hiç Kızıldereli örneğine benzemez, yalnız değildir.
Bu coğrafya da İsrail’e bırakılmış değildir, görüyoruz işte savaşlar hala devam ediyor. Bitecek gibi de değil…
Şimdi dönelim yine şu Sion projesinin tarihsel sürecine…
Sion için büyük göç dalgası başlamadan önce de Musevilerin eski ‘Yishuv’ dedikleri bir Musevi yerleşimi Filistin’de vardı.
Eski Yishuv, çoğunlukla 1492’deki İspanya engizisyonundan kaçmış ve o zamandan beri Osmanlı uyruğunda bulunan ‘Seferadim’ Yahudileri’nden oluşuyordu. Osmanlı millet sistemi içerisinde padişahın diğer uyrukları gibi yaşıyorlardı.
Bu dindar gruplar, ‘Haluka’ denilen ve Avrupa’da toplanıp Filistin’de dağıtılan sadakalarla yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Siyasi bir kimlik açısından bakıldığında…
İlk olarak 1876’da ‘Siyon Aşıkları’ adı verilen bir teşkilatın kurulduğu anlaşılıyor.
Ardından, Rusya’da yaşayan Yahudilere siyasi baskıların artması üzerine Amerika ve Avrupa’ya doğru göçlerin hızlandığı görülüyor.
Bu dönemde Odessa’da ‘Sion’u Sevenler Derneği’ açılmış ve bu derneğin katkılarıyla, 1882’de, Filistin’de ilk Yahudi yerleşiminin temelleri atılmıştır.
Bu tarihte Kudüs Sancağında 25.000 Musevi’ye karşılık 457.592 Arap yaşamaktadır.
Yani bugün büyük kavgalara yol açan Yahudi yerleşim birimlerinin ardında işte bu bir yüz yıllık tarihten fazla bir süreç vardır.
Filistin’e yerleşen ilk Yahudi grupları ne yaptılar?
Önce Yafa yakınlarında küçük tarımsal sömürgeler kurdular.
Buna, ‘Sion’da İlkler’ anlamına gelen ‘Rişon Lesson’ adını verdiler.
Sion Aşıkları kısa sürede önemli aşamalar kaydetti.
1882-1883’te 12 cemiyet iken, 1890’da 138 cemiyete ulaştı.
1885 yılı itibariyle üye sayısı 14 bindir.
Yıllık geliri ise beş bin dolar civarındadır.
Bu projeye Rothschild’in yardımları belirleyici bir özellik taşır.
Sion Dernekleri’nin toplamda Yishuv’a yardımı 87.000 Sterlin’i aşmaz iken, Yahudi milyarder Rothschild’in aynı süreçteki yardımı 1.5 milyon Sterlin olduğu dikkate alındığında, Sion hareketinin gerçekleşmesindeki önemi ortaya çıkar. Bu da bize Dünya Yahudilerinin ütopik ve Tevratsal Kudüs hayallerinin aksine Rothschild’lerin bu büyük maddi desteğinin altında işte bugüne uzanan Sion siyasi projesinin olduğunu gösterir.
Rothschild’in, kendisinden yardım isteyen Yahudilere verdiği şu cevap bu siyasi projeyi açık ortaya koyuyor zaten:
“Ben sizin yardımınıza, perişanlığınızdan ve fukaralığınızdan gelmedim. Dünyanın başka yörelerinde de benzeri felaket vakaları vardır. Bu işi yaptım, çünkü sizde, hepimiz için son derece kutsal olan bir idealin, İsrailoğullarının eski yurduna dönme rüyasını ve bir Yahudi Rönesans’ını gerçekleştirecek kapasitede gördüm…”
Dolar trilyoneri Yahudi Rothschildler bir yana, Siyasi ve ayağı yere basan bir proje olarak bugünkü İsrail’in temel taşlarını ören, hiç kuşku yok ki Theodor Herzl’dir.
Herzl, 1860 yılında Budapeşte’de orta halli bir konfeksiyoncunun oğlu olarak dünyaya geldi. Dindar bir ailesi olan Herzl, geleneksel bir orta öğretimden sonra Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördü.
Roma hukuku üzerine uzmanlaştı ve 1884’te doktorasını aldı.
Edebiyat ve güzel sanatlara da meraklı olan Herzl’in Yahudi sorunu ile tanışması Viyana yıllarına dayanıyor. Fransa’da yaşanılan ünlü Dreyfus Davası ise onu, bu siyasi ve küresel projenin içine çekmek için güçlü bir neden oluyor.
Siyonizm siyaseti Herzl’in Yahudi Devlet[4] adlı kitabı ile hayat bulmuştur.
Herzl’in Yahudi Devlet adlı bu kitabı günümüzü anlayabilmek açısından üzerinde durulması gereken önemli bir yapıttır. Bugünkü İsrail devletinin ne şekilde kurulması gerektiğine ilişkin önemli ipuçları vermektedir.
Herzl’in Yahudi toplulukların dikkati çekmek için Siyonist kongrede vurguladığı şu kavram önemlidir:
- Biz bir ulusuz, tek bir ulus!..”
Herzl, tüm sözlerini hep ulus kavramı üzerinde inşa etmiştir:
- Baskı ve zulüm bizi yok edemeyecektir. Yeryüzünde hiçbir ulus, bizim yaşadığımız acılarla ve zulümlerle karşılaşsaydı varlığını sürdüremezdi, hayatta kalamazdı… Biz bir ulusuz, tek bir ulus!”
Herzl’in ulus kavramı üzerinde vurgu yapmış olması elbet boşa değildir çünkü bir ulus var ise bir vatanı, bir devleti, bir bayrağı ve elbet sembolleri olacaktır tıpkı bugünkü İsrail’in olduğu gibi.
Herzl, bir Yahudi Devleti için yapılması gerekli ön hazırlıkların iki temel kurum tarafından yapılmasını savunmaktadır; biri Yahudi Derneği, diğeri ise Yahudi Şirketi’dir.
Dernek siyasal örgütlenmeyi yapacak, şirket ise yeni Yahudi vatanına göç edecek insanların ekonomik alt yapılarını düzenleyecektir.
Buna gerekçe olarak Herzl’in ortaya koyduğu şu örnek oldukça çarpıcı ve akıllardan çıkmayacak kadar da ürkütücüdür:
- “…Farz edelim, mesela, bir ülkeyi yırtıcı hayvanlardan temizlememiz gerekiyor. Kolları sıvayıp beşinci yüzyıldaki Avrupalıların yaptığı gibi işe başlamamalıyız. Oku, mızrağı kuşanıp tek başımıza ayı avına çıkmamalıyız. Büyük ve etkin bir av partisi düzenleyip hayvanları toplu bir şekilde kovalamalıyız ve parçalayıcılığıyla gününde olan bombamızı tam ortalarına atmalıyız[5].”
Herzl’in verdiği bu acımasız örneğin Tevrat’tan bir alıntı olduğu düşünülüyor çünkü hatırlayalım Musa’nın öncülüğünde Sina Dağından Filistin topraklarına doğru yola çıkan İsrailoğulları Herzl’in sözlerine benzer acımasızlığı sergileyen şu ezgilerle coşmuşlardı:
- Öncülük edeceksin sevginle kurtardığın halka, kutsal konutunun yolunu göstereceksin gücünle onlara. Uluslar duyup titreyecekler, Filist halkını dehşet saracak. Edom beyleri korkuya kapılacak, Moav önderlerini titreme alacak, Kenan’da yaşayanların tümü korkudan eriyecek. Korku ve dehşet düşecek üzerlerine, Senin halkın geçinceye dek, ya RAB, Sahip olduğun bu halk geçinceye dek, Bileğinin gücü karşısında taş kesilecekler.[6]”
‘Filistin halkını dehşet saracak’ mesajıyla süren bu ezgiden sonra, Musa’nın İsraillileri toplayarak kutsal topraklara varıldığında ne yapılacağını anlatmıştı.
Musa’nın sözleri ise Herzl’den daha çok ürkütücüydü:
- Tanrı mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde, önünüzden birçok sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulusu kovacak. Tanrı bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda, tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız, onlara acımayacaksınız. Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız.”
Durum bu.
Bugün Ortadoğu’ya bakıldığında geçmişte olduğu bir Arap-İsrail savaşı yok.
Bir Müslüman-Yahudi savaşı da yok.
Niye yok?
Çünkü iş Yahudi-Müslüman savaşlarına dönüştürülecek olursa haliyle tüm Müslümanlar cephe alacak ve İsrail’in bu kör boğazdan çıkabilmesi mümkün olmayacaktır.
Bugün Ortadoğu’da benzer şekilde benzer nedenlerle Hristiyan-Müslüman savaşı da yoktur, bu benzer nedenlerle olamaz da zaten.
Şimdi iş ‘Müslümanı Müslümana nasıl kırdırırım’ tezgahı üzerinden gidiyor, bu nedenle etnik ve mezhepsel kışkırtmalar Sion’un temel stratejisi olarak ortaya çıkıyor.
Çünkü hangi mezhep ya da etnik kimlik olursa olsun, Müslümanlar cephesinde düşen her mevzi İsrail’in karnesine artı olarak yazılıyor, böylece Müslüman alemi zayıflatılıyor.
Allah göstermesin olur da Tanrı Krallığı adına bir kutsal savaş bu coğrafyada çıkarılsa eğer, biz Müslümanların işi çok zor, çünkü şu sıralar birbirlerini yemekle çok meşguller.
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
İsrael/Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları
[1] Tanah/ Mezmurlar, Bölüm 137:5-6.
[2] Siyonizm ve Filistin Sorunu, tarih-araştırma, s.28-29, M. Kemal Öke, Kırmızı Kedi Yayınları, 2012.
[3] Büyük İsrail Stratejisi, tarih, s. 171, Hikmet Erdoğdu, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005.
[4] Yahudi Devlet, inceleme, Theodor Herzl, Ataç Yayınları, 2012.
[5] Yahudi Devlet, s. 40.
[6] Tora/Tevrat,i Çıkış, Bölüm 15: 1/21.