Falih Rıfkı Anlatıyor.. ‘Zeytindağı’

Yahudiler dünyaya yayıldılar, gittikleri toplumlarla görünüşte de olsa kaynaştılar, zenginleştiler, siyasi ve idari makamlar elde ettiler ve zaman içinde yeni bir güç olarak ortaya çıktılar.
İçlerindeki Yahudi dindarları ile kutsalı emperyal güç olarak kullanmak isteyenler hiç zaman kutsal topraklarla bağlarını kesmediler. Davut zamanında fethedilen Siyon’a bağlılıklarını sürdürdüler.
Bir yanda Kudüs şarkıları söylediler;
- Ey Kudüs, seni unutursam, sağ elim işlemez olsun. Seni hatırlamazsam, seni en yüksek sevincimin üstünde tutmaz isem, dilim damağıma yapışsın[1].
Ve öte yanda Siyon’a bağlılık yemini ettiler;
- Babil ırmakları kıyısında oturup Siyon’u andıkça ağladık; Çevredeki kavaklara
Lirlerimizi astık. Çünkü orada bizi tutsak edenler bizden ezgiler, bize zulmedenler bizden şenlik istiyor, ‘Siyon ezgilerinden birini okuyun bize!’ diyorlardı. Nasıl okuyabiliriz Tanrı’nın ezgisini El toprağında?[2].
Siyon Yerüşalim/Kudüs’e hakim olan bir tepenin adıdır ve bu ad Kudüs ile özdeş olarak kullanılır.
Antik çağlardaki Filistin aşiretlerinden Siyon’u ilk fetheden ve kendi adıyla kent kuran Davut’tur,
Tevrat bakınız ne diyor:
- “…Bir gün Kral Davut’la adamları Yeruşalim’de yaşayan Yevuslular’a saldırmak için yola çıkar. Yevuslular Davut’a, ‘Sen buraya giremezsin, körlerle topallar bile seni geri püskürtebilir’ derler ve ‘Davut buraya giremez’, diye düşünürler. Ne var ki Davut Siyon Kalesi’ni ele geçirir ve bu kaleye ‘Davut Kenti’ adını verir. Bundan sonra “Davut Kenti” adını verdiği kalede oturmaya başlar[3]. “
Siyon’un Kudüs ile özdeşleşen anlamı dışında bir adı daha vardır: Zeytindağı.
Her ikisi de Kudüs’tedir, kutsaldır ve birbirine çok yakındır. Zeytindağı aynı zamanda Falih Rıfkı Atay’ın bir kitabının adıdır ve orada, Osmanlı’nın son yıllarındaki Kudüs anlatılır[4].
Birinci Dünya Savaşı’nda yedeksubay olarak orduya katılan Atay, Mısır’da kanal muharebelerine, Filistin’de Kudüs ve Gazze muharebelerine katılmış olup Osmanlı İmparatorluğu’nun güney cephesinde yaşananların bire bir tanığıdır.
Zeytindağı, bu coğrafyada yaşananları anlatan Falih Rıfkı Atay’ın başyapıtlarından biridir. Kitabımızı konu olmasının nedeni de budur; Kudüs, Siyon ve Zeytindağı:
“…Acaba buna ‘Hacılar Hanı’ diyebilir miyiz?
Zeytindağı üstünde ve geniş bir çamlığın ortasında idi. Banyolu odalarına bakarsanız bir Alman oteline, kiliseli parçasına yaklaşırsanız bir manastıra, başörtülü ve hastalarından haber götürür gibi dolaşan şivesterleri[5] ile bir kliniğe de benzer. Birinci Dünya Harbi’nde Dördüncü Ordu Karargahı idi…
Ölberg, Zeytindağı’nın Almancası! Cebelizzeytun Arapçası, Zeytindağı sadece kitabımın adı. Bir Türk Kudüs’ü yoktu. Bir Arap Kudüs’ü var mıydı? Hayır. Ne Katolik, ne Ortodoks, ne de Yahudi Kudüs’ü! Kudüs Haçlı alemli[6], Davud mühürlü sancaklar altında göze görünmez orduların sessizce alıp verdikleri bir yer. Bu defa şehrin bu yakasında Süleyman’ın olduğu kadar Yahudi olan Kudüs’ü görüyorum…”
Falih Rıfkı Atay’ın o yıllarda gördüğü ve tespit ettiği husus doğrudur.
Doğrudur çünkü bu topraklarda önce 1948 yılında İsrail Devleti kurulmuş ve 1980 yılında çıkarılan bir kanunla da Kudüs İsrail’in başkenti ilan edilmiştir yani günümüzde de Türk Kudüs değil Yahudi Kudüs vardır artık.
Zeytindağı Kudüs’e hakim bir noktadır, hemen yanında Siyon Tepesi yer alır.
Zeytindağı; bu coğrafyanın hakimi Osmanlı’nın çöküş yıllarını ve Kudüs’teki Müslüman otoritesinin yok oluşunu, Siyon ise; Yahudilerin Kudüs’teki hakimiyetini ifade eder.
Siyon’a geçmeden önce Zeytindağı’na çıkalım, bakalım buradan ne görülüyor:
“…Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lut denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum.
Daha ötede, Kızıl denizin bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame’nin[7] kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin’dir.
Daha aşağıda Lübnan var: Suriye var; bir yanda Süveyş kanalına, öbür yandan Basra körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum.
Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı.
Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz.
Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. Kamame kilisesinin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz. İçerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnızca anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur.
Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz.
Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya diğer başka devletlerin… Yalnızca Jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı…
Osmanlı saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yarı Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rasgeliyordum. Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler Konya’dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi.
Haleb’in esas familyalarının asılları Türklerdi.
Osman İmparatorluğu’nda itibar azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
Bir Kürt zaptiye çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman Paşa, dedesi ve babası vergi çaldığı için, zengin, Araplaşmış olduğu için de ayan azası idi. Bu Abdurrahman Paşa, kendi toprağının tamamını ancak harita üstünde görmüştür. Birinci Millet Meclisinde Şer’iye vekilliği etmiş, Eskişehirli bir Türk hocasının Türkler gibi ‘ve’ demek yerine Araplar gibi ‘vua’ dediğini henüz unutmamış olanlar vardır. Suriye, Filistin ve Hicaz’da:
- Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı: ‘Estağfurullah!’ idi.
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu.
Bizim emperyalizm, Osmanlı emperyalizmi, şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi: Türk milleti kendi başına devlet yapamaz!
Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci güzel yapısı yine onların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi. Gür sakalları baharat kokan Dürziler, saçları örgülü Yahudiler, elleri meşinleşmiş Urban ve entarili Araplar, hepsi Türk Ordusu kanala doğru giderken, dar ve Suriye ve Filistin kıtasında ikiye ayrışmış:
- ‘ Geç yiğidim geç!’ diyordu.
Fakat bir avuç Türk bütün kıtayı tuttu.
Koskoca çölü yapı ve bahçelerle donattık.
Geç kalmıştık. Artık ne Suriye ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik.
Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk.
Anadolu baştanbaşa yapılmak, şehirler köyler ev ve tarla zengin olmak, Türkler tamamıyla batılaşmak ve sonra da Halep’ten Kızıldeniz’e doğru, nüfus, teknik ve sermaye ile taşmak lazımdı.
Biz ise Anadolu’yu aşıp Halep kapısını vurduğumuz zaman bayındırlık ve kalabalık görmeye başlıyorduk.
Halep büyük bir şehir, Şam büyük bir şehir, Beyrut büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi yabancı idi. Fakat her yere; Bizim, diyorduk. Şam evimiz kadar bizim. Lübnan bahçemiz kadar bizim…
Bu tasarruf ve hüküm hissini bize damarlarımızdaki kandan geldiğine şüphe yoktu. Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk.
Şam’dan kalkan tren Medine’ye üç gün üç gecede gider. Mediye’yi bile bırakmıyorduk. Medinesiz Türkiye? Bu emperyalizmin intiharı demekti.
Ne Medinesi?
Bir gün aşağı geçecek bir kıtayı selamlamaya inmiştik. Tren varken, Adana’dan beri yayan yürümekte idiler. Üç bin kadar zayıf, soluk ve üstü başı yıpranmış Türk çocuğu, yorgun argın önümüzden geçtiler. Biliyor musunuz nereye gidiyorlardı, Aden’e!..
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık bir sağmal idi[8]…”
Biz devam edelim..
Yahudi inancına göre dağların da kutsalı vardır tıpkı gibi Sina Dağı gibi[9]. Çünkü Tanrı orada Musa’ya görünmüş ve on emir vererek İsrailoğullarıyla anlaşma yapmıştır.
Süleyman Mabedi’nin yapıldığı Moryah Tepesi de kutsaldır ve kutsalın kutsalı Siyon Tepesi vardır ki Tanrı’nın ‘benim Dağım’ dediği rivayet olunur ve kutsal kitap Tanah’ın Zekeriya bölümünde yer alır:
- Tanrı bana yine seslendi: Tanrı, ‘Siyon için büyük kıskançlık duyuyorum’ diyor, Evet, onu şiddetle kıskanıyorum. Siyon’a dönecek ve Yeruşalim’de oturacağım. Yeruşalim’e Sadık Kent, Tanrı’nın dağına Kutsal Dağ denecek’[10]…”
Siyon Dağı’nın Tanrı Dağı olarak kabul edilmiş olmasının bir diğer kaynağı da Tanah’tır yani Yahudilerin kutsal kitabı. Büyük peygamber Yeşaya Siyon/Kudüs için şu öngörüde bulunmuş:
- “…Tanrı’nın Tapınağı’nın kurulduğu dağ, son günlerde dağların en yücesi, tepelerin en yükseği olacak. Oraya akın edecek ulusların hepsi. Birçok halk gelecek, ‘Haydi, Tanrı’nın Dağı’na, Yakup’un Tanrısı’nın Tapınağı’na çıkalım’ diyecekler, ‘O bize kendi yolunu öğretsin, Biz de O’nun yolundan gidelim.’ Çünkü yasa Siyon’dan, Tanrı’nın sözü Yeruşalim’den çıkacak[11].
Peygamber Yeşaya’nın Kudüs yani Siyon’un geleceği üzerine de öngörüleri vardır:
- “Siyon’da, yani Yeruşalim’de sağ kalanlara, ‘Yeruşalim’de yaşıyor’ diye kaydedilenlere, ‘Kutsal’ denilecek. Tanrı Siyon kızlarını pisliklerinden arındıracak. Yeruşalim’de dökülen kanı adil ve ateşten bir ruhla temizleyecek. Sonra Tanrı Siyon Dağı’nın her yanını, orada toplananların üzerini gündüz bulutla, gece dumanla ve parlak alevle örtecek[12].”
Zeytindağı, üzerinden Hz. İsa’nın göğe çekildiği ve nihayet geriye ineceğine inanıldığı tepedir. Üzerinde Rus ve Alman kiliseleri İsa’nın ineceğini ümit ettikleri kulelerini inşa etmişlerdir.
Almanların kulesi Augusta Victoria hastanesi kompleksi içindedir ve bu hastane 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın Dördüncü Ordusu’nun karargahı olmuş, Cemal Paşa ve Falih Rıfkı Atay’ın üç yılı bu komplekste geçmiştir.
Yahudiler de Mesih’in bu dağa ineceğine inandıklarından dağın Kudüs’e bakan yüzüne büyük bir mezarlık inşa etmişlerdir. Yahudi geleneğinde Mesih geldiğinde mezarlarından ilk kalkacak Yahudilerin bu mezarlıkta yatanlar olacağı anlatılır[13].
Siyon işin özünde İsrailoğullarının yeniden Kudüs/Siyon’a dönerek İsrail Devleti’ni kurma arzularını yansıtan bir kavramdır.
Bu amaçla toplanıp bir araya gelmiş olanlar da bu arzuya gönülden bağlı olan Aşıklar’dır yani Siyon Aşıkları…
Konuyu Falih Rıfkı Atay’ın şu sözleriyle tamamlayalım:
“Bir gün aşağı geçecek bir kıtayı selamlamaya inmiştik. Tren varken, Adana’dan beri yayan yürümekte idiler. Üç bin kadar zayıf, soluk ve üstü başı yıpranmış Türk çocuğu, yorgun argın önümüzden geçtiler. Biliyor musunuz nereye gidiyorlardı, Aden’e!..
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık bir sağmal idi …”
“Geç kalmıştık. Artık ne Suriye ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik.
Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk.
Anadolu baştanbaşa yapılmak, şehirler köyler ev ve tarla zengin olmak, Türkler tamamıyla batılaşmak ve sonra da Halep’ten Kızıldeniz’e doğru, nüfus, teknik ve sermaye ile taşmak lazımdı”.
Kitap: İsrael/Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları
[1] Tanah/ Mezmurlar, Bölüm 137: 5-6.
[2] Mezmurlar, Bölüm 137: 1-4.
[3] Tanah/ 2. Samuel, Bölüm 5: 6-10.
[4] Zeytindağı, anı, Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları, 2004.
[5] Şivester: Hemşire anlamında Almanca kökenli bir sözcük.
[6] Alem: Bayrak.
[7] Kamame Kilisesi: Kıyamet Kilisesi veya Kamame Kilisesi tüm tektanrılı dinler için kutsal bir şehir olan Kudüs’tedir. Hıristiyanlara göre Hazreti İsa çarmıhta can verdikten sonra bu kilisenin içinde bulunan mezara gömülmüş. O yüzden Kamame (yahut Kıyamet) kilisesi tüm Hıristiyanlık álemi için aynı derecede önemli ve kutsal sayılıyor( Oktay Ekşi, yazar, Hürriyet, 23.04.2008.
[8] Zeytindağı, anı, s.41. Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları, 2004.
[9] Dinler Tarihi Araştırmaları, Doç. Dr. Hikmet Tanyu, s. 5-9. Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yayınları, No: 120.
[10] Tanah/ Zekeriya, Bölüm 8: 1-3.
[11] Tanah/ Eski Ahit, Yeşaya Bölüm 2:2-3.
[12] Tanah/ Eski Ahit, YeşayaBölüm 4:1-6.
[13] Aktuel Dergisi, Kutsallar Arasında Kudüs’e Yolculuk haber(8718-34), makale.