Yazar

Erbil.. 26.Gün.. ‘Hangi Bayrak’

Şimdi yıl 1975.

Cumhuriyet okullarının kapatılıp yerini tekkelerin, dergahların, tarikatların doldurduğu süreçte her şey Türkiye ile ABD arasında imzalanan ikili anlaşmayla başladı, demiştim.

Tabii bu olayın milli eğitim yönüydü, bir de işin istihbarat örgütlenmesi yönü vardı. Biz bunu Haydar Tunçkanat’ın 1975 yılında basımı yapılan ‘İkili Anlaşmaların İç Yüzü’ adlı kitabından öğreniyoruz.

Burada Tunçkanat, bu eğitim komisyonu marifetiyle ABD’nin Türkiye’de nasıl örgütlendiğini açıklıyor;

‘Amerikalılar, Türkiye’ye yolladıkları asker ve sivillerin bir kısmını -ailesi Türkiye’den kaçmış veya çıkarılmış- etnik gruplara mensup Rum ve Ermenilerden ve özellikle de Türklere düşman kimselerden seçtiler.

Bu kişiler şirket müdürü, uzman, danışman, tüccar, temsilci, er, subay ve turist olarak Amerikan pasaportuyla gelip İkili Anlaşmaların Amerikalılara tanıdığı geniş imtiyazlara dayanarak Türkiye’deki özel görevlerini büyük bir serbesti içinde, kimsenin müdahalesi olmadan yaptılar ve Türkiye’yi parçalamak, karıştırmak için yerli ortaklarıyla yerli örgütler kurdular.’ 

Tunçkanat’ın anlattığı yıllar 60’lı yıllar.  Eğitim Komisyonu marifetiyle Türkiye düşmanı Ermeni ve Rumların  nasıl örgütlendiğini göreebiliyoruz ancak aradan geçmiş onca sene, bu yapının nerelerde olduğunu ve nerelere kadar sızmış olduklarını bir düşünün.

Olararı birbirine biraz daha yakınlaştıralım…

Yıl 2015.  Barzani’nin yayın organı Rudav yazıyor;

‘Kürdistan Ulusal Bayrağı, 1920’de Hoybun Cemiyeti tarafından Kürtlerin bağımsızlığının nişanesi olarak kabul edilmişti. Cemiyet, tüm eylem ve çalışmalarında kullanılmak üzere, 1927’de Ağrı Dağı’nda ulusal bayrağını göndere çekmişti.

Bugünkü gibi Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti de Kürdistan bayrağını, 69 yıl önce Mahabad’da dalgalandırdı. Kadı Muhammed, asılmadan önce bayrağı Mele Mustafa Barzani’ye vererek, Kürtlük sembolü olarak her zaman dalgalanmasını vasiyet etti.  Bugün Kürt gençleri, bu bayrağın her zaman dalgalanması için canlarını feda ediyor.’

Burada ’Hoybun’ dediği, Ermeni Taşnak Sutyun çetesiyle Bedirhanların birlikte kurduğu örgütün adı.. İşte o Hoybun bu Barzani’dir yani birbirinin devamı.

 Mahabad dediği Rusların kurduğu ama iş değişince yıkılışına yol verdiği Mahabad.

Burada geçen Kürdistan bayrağı meselesi önemli.

Çünkü bu bayrak Taşnak Hoybun’dan geliyor, önce Ağrı dağına, ardından Mahabad’a ve şimdi Barzani’ye gidiyor.

Hani Türkiye’de bile havalimanında göndere çekilmiş olan bayrak.

Bakın bakalım hepsini toplarsanız ne ediyor? Hoybun yaşıyor. Ermeni Taşnak ittifakı sürüyor ve Türk’e düşman bu gizli ittifakın bize görünen yüzü de Barzani ve PKK oluyor.

Hepsi bu değil dahası var…

Bir de bugüne gelelim. Yıl 2019.

Hatırlar mısınız, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde Usta HDP’ye ‘İstiyorsanız Kuzey Irak’ta Kürdistan var. Defol oraya gidin.’ demişti. Peki üç ay sonra ne oldu? Usta, ‘defolun gidin’ dediği yere Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu gönderdi.

İşte Barzani haber ajansı Rudav onu da yazıyor;

‘Kürdistan Parlamentosu tarafından Kürdistan Bölgesi Başkanlığı’na seçilen Neçirvan Barzani yemin ederek göreve başladı. Törende yerli ve yabancı çok sayıda konuk hazır bulundu.

Başkent Erbil’deki Saad Abdullah Konferans Salonu’nda saat 11:00’de başlayan yemin töreni, ‘Kürdistan şehitleri’ için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Yemin programının öncesinde ‘Kürdistan şehitleri’ için saygı duruşuna Mesut Barzani, Neçirvan Barzani ile birlikte Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da eşlik etmesi dikkat çekti.’

Bu ne demek?

En başta Usta’nın ‘bağımsızlık referandumu Türkiye’ye ihanettir’ dediği Kürdistan’ı Türkiye resmen tanıyor demek. Daha acısı ise Türkiye, ‘Kürdistan’ uğruna can verenleri de tanıyor demek!

Kimdi bu can verenler?

Şemdinli’de Alan’da, Aktütün’de, Derecik’te ‘biz Kürdistan’ı kuracağız’ diyerek üzerimize, askerimize köylümüze karakollarımıza saldıranlar bunlar, çoğunu yere serdiğimiz ama buna karşılık 74 askerimizi şehit eden katiller de bunlar.

Şimdi bana dönüp de ‘ta Osmanlı’ya giden yüz elli yıllık bu meseleleri neden şimdi açıyorsunuz’ diye soracak olursanız, ne yazık ki geçmişe gömülmüş olan bir şey yok, tarih tekerrür ediyor. Bu toprakların geçmişi asla geride bırakılamıyor ve bazıları işi gücü bırakmış bugün ortaya çıkarak tarihin derinliklerindeki eski defterleri açıyor.

Bu neden yapılıyor?

Edebiyatta buna nostalji deniliyor olsa da iş öyle değil, gerçek olan şu;

Anadolu’da ancak gücü olan bayrak dalgalandırabiliyor, diğerleri ise o bayrak altında yaşamak durumunda kalıyor. Ama kendilerini farklı gördüklerinden belki de daha güçlü gördüklerinden olsa gerek ‘acaba bir gün eskiye dönebilir miyiz’ özlemiyle fırsat kolluyorlar tıpkı eski Bizans gibi tıpkı Ani gibi Kilikya gibi. 

Ve bugün Anadolu’da okulların adı değiştiriliyor, ‘Bedirhan Bey Anadolu İmam Hatip Lisesi’ açılıyor. İşte lisenin resmi web sayfasında yer alan tarihçesi;

‘Okulumuz, Göle İlçe merkezinde 2011-2012 Eğitim-Öğretim yılında dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin ve Ardahan Ak Parti Milletvekili Prof. Dr. Sayın Orhan Atalay’ın katılımlarıyla açıldı.

Okulumuzun ismi 2014-2015 Eğitim-Öğretim yılında ‘Göle Bedirhan Bey Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ olarak değiştirilmiş ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Sayın Nabi Avcı  ile Ardahan Ak Parti Milletvekili Prof. Dr. Sayın Orhan Atalay’ın katılımlarıyla açılmış ve  yeni binasında Eğitime-Öğretime başlamıştır.’

Ermeni Taşnak Hoybun örgütünü kuran Celadet Ali, işte bu okula adı verilmiş olan Bedirhan Bey’in torunu, Emin Ali Bedirhan’ın oğludur.

Nasıl ki Kürt ve Ermeni isimlerini bitişik kullanan ilk isim Bedirhan Bey’in oğlu Mikdat Mithat ise, 1927’de, Hoybun’u kuran isim de bir Bedirhan’dır.

Zaten önceden vurguladığımız gibi, Türk tarihinde Kürdistan adıyla ayrı bir devlet kurmak emeliyle yola çıkanların neredeyse tamamı Osmanlı’nın Cizre Emiri Bedirhan Bey, Baban beyleri ve Seyit Taha’nın devamlarından geliyor.

Sanıyorum, Ermenilerin örgütlü olarak Kürt kılığına ilk girişleri işte bu Taşnak/ Hoybun’la başlamış olmalı…

Arkasında uzun yıllara dayanan tarihsel bir süreç var ve iş bu noktaya varınca, aklım hep Gölbaşı’nda şehit edilen 44 polisimize gidiyor. Yoksa kalkışmayı yapan Fetö hücresi ‘Türk subayı kılığına girmiş kripto bir hücre miydi’ diye kendime sormadan edemiyorum. Dediğim gibi ben bir Türk subayının Türk Polisini böyle kalleşçe böyle huncarca sanki bir kin, bir intikam, bir nefret hissini dışa vururcasına şehit edebileceğine hala inanamıyorum. Aklımı da hala inandıramıyorum.

İş intikam meselesine gelince ise bu kez aklıma Ermeni isyanları geliyor.

Şubat 1915’te, 700 kişilik bir Ermeni komitacı Van Kalesi’ne saldırmış, çatışmalar Nisan ayı sonuna kadar sürmüştü. Üzerinde ‘öç’ yazısı bulunan Ermeni kalpakları ile Rus ve Fransız şapkaları mevzilerde bulunmuştu[1]

Şimdi gelin bugüne…

Daha yeni Muğla’da ormanlarımız yakıldı. Yakanların, PKK terör örgütünün ‘halklar adına intikam birlikleri’ olduğu açıklandı. Burada geçen ‘halklar kim’, tabii o bilinmiyor.

Tüm bunlar 15 Temmuz’da yaşadıklarımızla yan yana getirildiğinde, havadan halkın üzerine bomba atan, makineli tüfekle tarayan, darbenin çöktüğü halde üstelik sabaha karşı hala bombalamaya devam eden bu kripto hücreleri harekete geçiren motif yoksa bu intikam güdüsü müydü, diye düşünen insanaklı sormadan edemiyor.

Önümüze açılı duran bu pencere,haklı olarak, Usta’ya karşı 17/25 darbesini yapan ve Gölbaşı’ndaki polislerimize sanki büyük bir kin ve nefreti açığa vururcasına saldıran kripto hücrelerin deşifre edilmesi adına, altını çizmeye çalıştığımız bu konunun ne kadar büyük bir önem taşıdığını bize gösterebiliyor.

Hele ki İçişleri Bakanı Soylu’nun deyişiyle sekiz bin Fetö’lünün Yunan’a sığınmış olduğu da dikkate alınacak olursa… 

Kitap:

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak


[1] Nurşen Mazıcı, ‘Ermeni Sorunu’nun Kökeni,’, s. 100, Pozitif Yayınları, 2007.

Başa dön tuşu