Gündem

ABD İsrail.. ‘Asıl Hedef Kim’

İsrail Filistin çatışmasında son durum bu.

İsrail resmi devlet televizyonu KAN, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne kara operasyonu yapmak için hazırlıklarını tamamladığını duyurdu.

Yaşanan bu ağır insanlık trajedisinde Türkiye’nin ortaya koyacağı tavır her zamandan daha önemli. Eğer ki Türkiye bu çatışmaya alışageldik bir İsrail Filistin çatışması olarak görür ise bu tarihi bir yanılgı olur. Çünkü bu Özal’dan bugüne süregelen ve hedefinde Türkiye olan bir menfur bir projeyi gözardı etmek olur.

Görüyoruz işte..

İsrail’in 1948’te kurulmasından günümüze devam eden savaşları bir İsrail Filistin sorunu olarak görenler var, Türkiye’nin Filistin sorunuyla doğrudan ilgisi olmamalı diyenler var..

Yani?

Ortadoğu’da olup bitenleri Filistin Davasına bağlayanlar var.

Bu yanlış.

1991’de Irak’ın işgaliyle başlayıp günümüzde İsrail Filistin çatışmasına sıçrayan olaylar bir bütünün ana kollarıdır, bir planın projelendirilmesiyle ortaya çıkmış bir küresel projedir.

Bu proje adı BOP olan ve haritası elden ele dolaşan menfur projenin çok daha ötesindedir. Hedefi doğrudan doğruya Türkiye’dir. Filistin bu projenin kutsal toprakları ayağıdır.

İyi bakın..

Hedef ülkeler Tevrat ve İncil’de geçen ayetlere göre seçilmiş.. Savaş ve işgal planları buna göre hazırlanmış.. Bu bir Haçlı seferidir.

Son Haçlı seferi Sevr’in günümüz versiyonudur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta uyarmıştı.

Nasıl mı?

Bakın Atatürk ne diyor;

‘Saygıdeğer efendiler, bu antlaşma(Lozan), Türk Milleti’ne karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş siyasi bir zaferdir.’

Burada geçen ‘bu anlaşma’ sözüyle Lozan’ı işaret ediliyor yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası hukuk ve yasalar açısından tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması.

Sonrasında Atatürk bize iki önemli ipucu veriyor: İlki, ‘Türk Milleti’ne karşı yüz yıllardan beri hazırlanmış suikast’; diğeri de ‘Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılan suikast’.

Burada kullanılan ‘yüzyıllardır’ deyişi ile Sevr Antlaşmasını ‘suikastın tamamlanma noktası’ olarak vurgulanışı, hepimizin oturup bir düşünmesi gerekiyor.

Yüzyıllar ifadesi..

1071 Malazgirt Savaşı’nı Anadolu’da Türk Bayrağı’nın her cephesiyle göndere çekilmesi olarak görülürse eğer, Gazi ‘Mustafa Kemal’in ‘yüzyıllardır Türk Milleti’ne karşı sürdürülen büyük suikast’ deyişinden 1096’da başlayan Haçlı Seferlerini çıkış noktası almamız gerekiyor.

Haçlı Seferlerinin üç amacı vardı; Anadolu’yu ele geçirmek, Anadolu’daki Türk varlığını yok etmek ve kutsal toprakları ele geçirmek. Türk Ulusunun da amaçları vardı; Anadolu’yu yurt edinmek, Avrupa’da köprü başı tutmak, kutsal toprakları ve kaynaklarını elde bulundurmak ve Asya ile bağını sürdürmek.

Yüzyıllardır işte bu nedenlerle savaşlar yapıldı; 2’nci Viyana kuşatmasına kadar Osmanlı hep toprak kazandı, bir cihan imparatorluğuna dönüştü; Haçlı’nın gücü Osmanlı’yı durdurmaya yetmedi.

2’nci Viyana Kuşatması(1683) bir dönüm noktası oldu ve bu kuşatmayı tamamlamayan Osmanlı, 1699 Karlofça ile de toprak kaybetmeye, geri çekilmeye başladı ta ki 1922 Sakarya’ya kadar…

Bu süreci yıllarla ifade ederseniz, karşımıza ‘yüzyıllardır hazırlanmış bir tertip’ çıkar.

Anlamı da, ‘başta İngiltere ve Rusya olmak üzere dünya devletlerinin Haçlı zihniyetiyle Türk Ulusu’nu yok etmek, Anadolu’yu ve kutsal toprakları ele geçirmek için tertiplediği suikast dosyası olur.

Oysaki tarihçiler talihsiz bir aldanmayla bu seferleri sekize kadar saymış ancak bunun sayısız olduğu, Viyana’dan Sakarya’ya uzanan silahlı siyasi bir proje olduğu düşünülmemiştir.

Peki, Atatürk neden Sevr Antlaşması’nı bu suikastın son hamlesi olarak görmüştü?

Şimdi..

Sevr işgalinin Anadolu ile Asya arasındaki coğrafik bağı kesmek olduğunu biliyoruz. Bu bağın Türk Ulusu için hayati bir önemi vardır; Türk Ulusu hala Anadolu’da varlığını sürdürebiliyorsa eğer, bu bağın sayesindedir; Anadolu’ya en büyük güç Asya’dan gelmektedir.

Şöyle bir düşününüz Azerbaycan’ı ve hemen İran’da bulunan 25 milyona yakın Azeri Türk’ünü…

Buna bir de Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan’ı ekleyiniz…

Bir de Türk Milleti’nin Müslüman olarak sayılan devletler içerisinde emperyalizme karşı savaşmış, başarıp bağımsızlığını kazanmış tek devlet olduğunu da ekleyiniz….

Türkiye’nin sahip olduğu çağdaşlaşma ve kalkınma seviyesini, Asya’daki enerji kaynakları ve sayılan devletlerle tarihi, kültürel, sosyal bağlarını da eklediğinizde, Asya’nın Batı’ya uzanan en uç noktasındaki bu Türk Devletinin ‘öncü’ olduğu görülür.

Ve Türkiye bu öncülüğünü hakkıyla yerine getirdiğinde, Batı’ya ve Ruslara karşı süper bir güç olur.

Atatürk’ün Sevr’i suikastta son hamle olarak görmesinin altında yatan nedenlerden biri budur; Anadolu ile Asya’nın bağının kesilmesiyle Türk Milleti’nin yanlızlaştırılması…

Sonrasında iş kuşatmaya gidiyor, işte bugün yapılan da budur…

Hatırlayınız Sevr işgalini..

Günümüzde unutulmuş gibi görülen Sevr Antlaşması sadece Doğu’da tampon devletler kurmakla kalmıyor, Osmanlı’nın yönetimini de ele geçiriyordu. ‘Osmanlı’ya bırakılan topraklar üzerindeki yönetimine de çok ağır kısıtlamalar getiriliyordu;

Seferberlik yasak; Deniz kuvvetleri kurulması yasak; Zırhlı araç ve tank yapımı ve ithali yasak; Türkiye’nin savaş ve denizaltı gemileri yapması ve edinmesi yasak; Hava kuvvetleri kurulması yasak…

Bu kısıtlamalarla birlikte, Osmanlı yönetimi bağımsız da olamayacaktı:

Adalet rejimi müttefikler tarafından belirlenecek; Bütün kapitülasyonlar, yaralanacakların sayısı artırılarak sürdürülecek; Soy, din ve dil azınlıkları, bağımsız ve denetimsiz olarak, diledikleri kadar ilk, orta ve yüksek okul açabilecek ve kendi dillerinde eğitim yapabilecek; Osmanlı maliyesi müttefiklerce seçilecek bir maliye kurulunun denetimi altında olacak…’

Şimdi önce Türkiye’ye bakalım sonra İsrail Filistin’e..

Bugün yaşadığımız çığ gibi büyüyen özel okullar, özelleştirme yoluyla yönetimi yabancılara devredilen kaynaklar, teknoloji transferine izin verilen Türkiye manzarası ile Sevr’in bu yönlerini de yan yana getirdiğimizde, Gazi Mustafa Kemal’in Büyük Suikast’la neyi anlatmak istediği apaçık görülür…

Şimdi diyeceksiniz ki İsrail’le ne alaka?

İsrail 1948’de kuruldu, o gündür bugündür savaş var Ortadoğu’da. O yıllara gidelim..

Bakın ne yaptılar?

Önce Cumhuriyetin bir dünya projesi olarak temelleri atılan pırıl pırıl kurumlarını ülkeyi yönetenlerin eliyle bir bir kapattılar hani şu ABD’nin Eğitim Komisyonu eliyle yapılanlarda olduğu gibi.

Sonra Cumhuriyet’e karşı İngilizlerle ittifak kurmuş hatta devlete karşı isyan çıkartmış olan şeyhlerin yeniden halk üzerinde otorite olmasının yolunu açtılar, Kur’an kurslarıyla, tarikatın tekkeleriyle hatta camilerle…

Üstüne…

Aynı tarikat ekseninde siyasetçi yetiştirmeye başladılar Özallar gibi…

Yetişen siyasetçileri iktidara taşımaya başladılar yine Özallar gibi…

Bu noktada Özal Türk tarihinde bir dönüm noktası oldu;

91 Körfez savaşında izlediği siyasetle 1920’nin Sevr’ine giden işgal planını yeniden tetikledi, Özerk Barzani gibi, sayıları onbinleri aşan PKK terör örgütü gibi. Çünkü bu son ikisi İngiliz Sion planının siyasi ve silahları ayaklarıydı.

Yani?

Sadece 1991 Irak savaşında Türkiye’nin ABD’ye verdiği destek Atatürk’ün Büyük Suikast olarak nitelediği Sevr’in Barzani/PKK ayağını kurmuştu.

Oysaki bu Barzani ve bu PKK, bugün Irak’ın da açıkladığı gibi İkinci İsrail’e giden İngiliz planının silahlı ve siyasi ayaklarıydı.

İşte mesele buydu.

1991’den 2002’ye, oradan da bugünlere böyle geldik…

Türkiye, Erdoğan’ın Başbakan olmasıyla birlikte 2003 Körfez savaşıyla karşı karşıya kaldı.

2002’de tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin terörle mücadele için elinde büyük bir güç vardı; istihbarat ve tecrübeli yetişmiş özel birlikler. Gerçekten bu güç daha o zaman kullanılmış olsaydı bugün Türkiye ne Barzani’den ne de PKK terör örgütünden bahsediliyor olmayacaktı.

Ama bu büyük gücü kullanmadılar.

Yani?

Tıpkı Özal’ın 91’de ABD’ye verdiği destek gibi, 2003 Körfez krizinde de ABD’ye destek verildi.

Ve bakın sonuçları ne oldu…

91’de özerkliğini ilan eden Barzani bu kez federasyonu ilan etti ve Türkiye bunu tanıdı, Erbil’de konsolosluk açtı.

91’de silahlı güç yapılan PKK terör örgütü bu kez siyasi güce dönüştürüldü, halkı peşinde sürüklemeye başladı. Yani İngilizlerin Sion planı hiç hız kesmedi, bu planın ayakları hep yürütüldü.

Bu şekliyle 2003 siyaseti, 91 Özal siyasetinin gelişmiş bir versiyonu oldu.

İşte görüyorsunuz şimdi Barzani ‘Bağımsız Kürdistan’ diyor ve şimdi tökezlemiş görülse de o  hedefe doğru hala gidiyor. Bu Barzani 2’nci İsrail demek oluyor.

Suriye’ye gelince…

Özal’ın siyasetiyle kendine sahada çıkış bulan, Erdoğan siyasetiyle daha da yükselen ve Barzani’nin parmaklarıyla tetiklenen bu ayrılıkçı Kürt siyaseti Suriye’de kendisine yeni bir yolaçtı. Hani diyorlar ya ‘Kürt koridoru Kürt koridoru’ diye yani Barzani Akdeniz’e doğru uzanıyor.

Şimdi de Rusya bu koridorun Akdeniz’e açılan kapısını tutu yani Türkiye iki arada bir derede bırakıldı ve hala Türkiye iki arada bir derede..

Sonuç olarak Özal’dan bu yana bakıldığında Türkiye’nin izlediği siyaset ile ABD’nin BOP projesi ve de İsrail’in BİP Planının atbaşı gittiği görülüyor.

İşte en başta söylediğim tehlike budur; İzlenen yanlış siyaset sonucunda Türkiye Sevr’in günümüz versiyonu olan BOP projesi ve BİP planıyla karşı karşıya bırakılmıştır.

Bugün..

Biz Yahudi karşıtı değiliz.

İsrail’in Müslüman ülkelerini parçalamak ve Barzani üzerinden Doğu Anadolu’yu, Suriye üzerinden Türkiye’yi hedef alan politikalarına karşıyız.

Filistin/Gazze’de yaşanan insanlık trajedisi ve masum halka yönelik saldırılar tesadüf değildir.

1991 Körfez savaşından günümüze bölgedeki Müslüman ülkelere yönelik uygulan ABD/İsrail plan ve projelerinin bir sonucudur.

Türkiye bugün Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta uyardığı gibi ‘yüzyıllardır Türk Milletine karşı tertiplenmiş olan büyük suikastın BOP ve BİP versiyonu ile karşı karşıyadır.

Her türlü siyasetin ötesinde, Türkiye bu menfur projelere karşı açık tavır koymalıdır.

Başa dön tuşu