365/2.. ‘Düğüm Noktası 17/25’
Düğüm Noktası:17/ 25 Aralık
Türkiye peş peşe üç ağır darbe yaşadı; kod Ergenekon, kod 17/25 ve kod 15 Temmuz.
Üçünü de yapan aynı örgüttü; Fetö!
İlk darbenin hedefi Türk Ordusuydu, bugünkü siyasi iktidar destek verdi.
İkinci darbenin hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı, ABD ve İsrail destek verdi.
İş 15 Temmuz’a gelince ortalık karıştı; hedef Türkiye’ydi diyen var, içsavaş çıkarılacaktı diyen var, Erdoğan’dı diyen var, hedef Türk Ordusu, Türk Cumhuriyeti diyenler de var.
Hal böyle olunca ortalık karışıyor çünkü bugün siz ortaya çıkıp ‘efendim dershaneleri kapattık onun için böyle oldu, bu bir dershane savaşı’ deseniz de yürekler ferahlamıyor, perde açılmıyor, aksine kapanıyor. Asıl oyuncular böyle sahne arkasına çekilince, toplum akıl gücünü ne kadar zorlarsa zorlasın, sonuç alamıyor, gerçekte ne olup olduğunu göremiyor, belki de görmesi istenmiyor.
17/25’te işin gerçeği ne oldu?
İşin aslı 17/25 yolsuzluk operasyonu olarak anılan bu vaka tek başına bir iş değil, birbirine bağlı zincirleme giden bir olaylar zinciri…
İlk olay, 17 Aralık 2013’te oldu; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişiye yönelik ‘kara para aklama’, ‘altın kaçakçılığı’ ve ‘kamu görevlilerine rüşvet’ iddialarıyla operasyon başlatıldı. Operasyonda gözaltına alınan 66 kişiden iş adamı Rıza Sarraf, Salih Kaan Çağlayan ve Barış Güler’in de arasında bulunduğu 14 kişi tutuklandı. Böylesi bir derin operasyon karşısında hükümetin karşı atağa geçmesi beklenirken, şaşırtıcı bir şekilde hemen ertesi gün gazeteci Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Fetullah Gülen’le görüşmek üzere ABD’ye gönderildi.
Ne için?
Uzlaşmak için ama bu arayıştan bir sonuç çıkmadı. Aksine ikinci operasyon geldi, 25 Aralık 2013, bu kez Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da arasında olduğu 96 kişi hakkında gözaltı kararı alındı. Durumun ciddiyeti bu operasyonla anlaşılmış olsa gerek ki soruşturmayı yapan polisler değiştirildi, yeni gelenler de gözaltı kararlarını uygulamayınca, ortalık hepten karıştı.
Üçüncü olay, 19 Ocak 2014’te yaşandı. Adana Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla 3 TIR’ın durdurularak aranmasıyla bir operasyon daha başlatıldı. Başbakan Erdoğan olayla ilgili yaptığı açıklamada, ‘Savcı, benim iznim, Adalet Bakanlığı’nın haberi olmadan böyle bir müdahalenin içine giremez. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ne getirip ne götürdüğüne bakamaz. Bu, paralel yapılanmanın diğer bir versiyonudur. Kısa bir zaman önce atılan adımın devamıdır’ diyerek operasyonlar arasında bir bağ olduğunu ilk kez kamuoyuna duyurdu.
Zarrab vakasını biliyoruz, milyarlarca dolar, hayali ihracat, İran, rüşvet ve yolsuzluk diye sıralanıyor, peki bu MİT TIR’larıyla ne taşınıyordu ve de nereye?
Sevkiyatın görüntüleri olaydan dört ay sonra ortaya çıktı, 29 Mayıs 2015, Cumhuriyet Gazetesinde ‘İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’ başlığıyla yayımlandı. Haberde, Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait TIR’larla Suriye’deki gruplara silah sevk edildiği iddia ediliyor, kanıt olarak da savcılık dosyasından alındığını belirtilen görüntüler veriliyordu. Daha sonra yasaklanan bu görüntülerde, ilaç kutularının altından çıkan havan topu mermileri ve diğer mühimmat görülüyordu. Haberi yapanlar hakkında dava açıldı, soruşturma durduruldu.
‘17/25’olarak ifade edilen olaylar işte böyle.
Bu operasyonlara konumuz açısından bakıldığında dört önemli sonucu olduğu anlaşılıyor: İlki, Gülen cemaati olarak bilinen bu yapının yargı önünde artık ‘terör örgütü’ olarak kabulüyle mücadelenin başlatılması; diğeri Türk Ordusuna Kod Ergenekon denilerek kurulan kumpas davalarının çökmesi, derken Usta ve yakın çevresinin ABD-İsrail tarafından hedef alındığının ortaya çıkması ve nihayetinde Türkiye’nin 15 Temmuz’la karşı karşıya bırakılması.
Bu operasyonlar, son on yılda yaşanan üç darbe arasına koyulduğunda ise ortaya çıkan resim şu; Türk Ordusuna karşı 2007’de başlatılan kod Ergenekon kumpasının yedi yıl sürdüğü, arada 17/25’in ortaya çıktığı ve nihayetinde bu sürecin 15 Temmuz kalkışmasıyla son bulduğunu görülebiliyoruz.
Resim böyle olunca 17/25 vakasının Kod Ergenekon soruşturmasını etkilediğini ve 15 Temmuz’u da tetiklediğini anlayabiliyoruz. Düşünsenize 5 Ağustos 2013’te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a müebbet hapis cezası veriliyor ama 17/25 ortaya çıkınca hemen ardından tahliye ediliyor. Yani 17/25 olmasa kumpas hala sürüyor olacaktı anlamına geliyor. İşin çarpıcı tarafı da bu zaten; ne zaman ki Usta hedef oluyor ancak o zaman ortaya çıkıp ‘Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldık.’ diyerek Türk Ordusuna karşı bir kumpas kurulmuş olduğunu açıklamak durumunda kalıyor yani kendiliğinden değil!
Öte yanda…
17/25 operasyonuyla Cemaatin kontrolden çıktığı anlaşıldığı zaman, Usta önce Fehmi Koru’yu Gülen’e gönderip uzlaşma zemini arıyor, olmayınca, mikrofonu eline alıp ‘Ne nankörlük bu ya? Ne istediniz de alamadınız?’ diyerek ikinci mesajı gönderiyor ama nafile, ilerleyen süreçte ‘17/25’in çok ciddi sonuçları olacağı anlaşıldığında bu kez savaş açmak durumunda kalıyor.
Bu ne demek?
Bu her şeyden önce şu demek: Kimsenin başına gökten taş düştüğü için değil, ABD ve İsrail Fetö’yü Usta’ya karşı harekete geçirdiği içindir ki Kod Ergenekon’un bir kumpas olduğu açıklandı. Çünkü Usta’ya karşı darbe yapan bu yapı aynı zamanda Türk Ordusuna karşı da soruşturma yapmıyor muydu?
Kamuoyu mademki bu bir terör örgütü o halde ‘Türk Ordusuna karşı nasıl soruşturma yapıyor’ diye sormayacak mıydı?
Öte yanda yine kimsenin başına taş düştüğü için değil, Gülen’le uzlaşma zemini bulunamadığı için Cemaat Fetö oldu ve mücadele başlatıldı. Öyle ya Fehmi Koru Gülen’le anlaşmış olsaydı, geri dönüp geldiğinde Usta’ya ‘bir hata olmuş, bir daha olmayacak, anlaştık’ demiş olsaydı bu Cemaat, bu F Tipi Fetö olacak mıydı ki?.. Bu durumda insan aklı soruyor, ‘bu operasyon olmasaydı, 15 Temmuz’da bu kalkışma yine de yaşanacak mıydı’ diye.
Bu işlerin düğüm noktasının ‘17/25’ olduğu çok açık çünkü öncesi Türk Ordusunu hedef alan Kod Ergenekon kumpasına gidiyor, sonrası da 15 Temmuz’a dayanıyor. Bu düğüm çözülebilirse eğer bugün toplum hafızasında hala cevap bulamamış soruların aydınlatılabilmesi mümkün olabilir.
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak