365/1.. ‘Siyasi Tuzak’
Tarih: 27 Eylül 2017. Yer: Beştepe/ Ankara.
Usta ‘2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde konuşuyor ve Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumuna ilişkin olarak ‘İhtimal vermiyorduk, yanılmışız’ diyordu. Öfkeliydi, hiddetten yüzü kızarmış, bir yandan yumruğunu masaya vuruyor öte yanda işaret parmağını ileriye doğru uzatarak ‘senin canına okuyacağım’ dercesine sallıyordu. Ben ise şaşkın, açmış gözlerimi izliyordum.
Şaşkınlıkla diyorum, doğrudur çünkü Usta’nın bu ‘ihanet’ çıkışından çok değil daha dört yıl öncesinde ‘Kürdistan lideri hoşgeldiniz’ deyip Barzani’yi kucaklayışı, ‘biriz beraberiz’ diyerek sarılışı gözlerimin önüne geldikçe… Hatırlayınız Arınç’ın gözyaşlarını hatta Usta’nın çıktığı koltukla sahneye fırlayan Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses’in attığı ‘Megri Megri’ çığlıklarını… kulaklarımız hala çınlıyor.
Peki bu arada geçen dört yılda ne oldu ne bitti de Usta böylesine değişti?
Bilemiyorum ama belki de bu bir alışageldik bir savunma mekanizması olmalı. İşte bugün Türkiye Kod Ergenekon kumpasını konuşuyor, karar daha yeni açıklandı, Usta bu davayla ilgili olarak ‘ben bu davanın savcıyım’ demiş, soruşturmaya devlet desteği vermiş hatta Zekeriya Öz’ü zırhlamıştı. Peki şimdi ne diyor; ‘Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldık.’ Görüyorsunuz işte Türkiye’ye tam yedi yıl kan kusturan bu ağır vakayı tek kelimeyle kesip atıyor, kendine göre dosyayı kapatabiliyor.
Peki ya Fetö’ye ne demeli?
Her şeyi veriyor, destekliyor ama iş 17/25 vakasına dayanınca… Bir zamanlar hizmet hizmet diye etrafında pervane oldukları yapı için ‘Ne hizmeti, geçin. Aldatılıyoruz, aldatıldık, ben dahi aldatıldım.’ diyerek işi kestirip atıyor yine kendine göre dosyayı kapatabiliyor. Dedim ya bu bir savunma mekanizması olmalı öncesinde gizli kapaklı yürüyen işler açığa çıkınca ‘yanılmışız, aldanmışız’ diyerek bir ölçüde ’herkes hata yapabilir, ben de Allah kuluyum’ demeye getiriyor ve kendini aklamayı iyi biliyor.
Bu ülke hepsini yaşadı o günleri de yaşadı bugünleri zaten yaşıyor. Benim bu konuya buradan giriş yapmamın nedeni ise başka. Usta bu konuşmasında ilk kez İsrail’i siyaseten hedef aldı, PKK terör örgütüyle Barzani’yi aynı kefeye koydu. Ama nedense Usta’nın bu cümlesi medyada sönük kaldı, dikkat çekmedi, gözden kaçan şuydu;
‘Referandumu Kuzey Irak yönetimi gerçekleştiriyor, tek desteği İsrail veriyor, daha sandıklar açılmadan kutlamayı PKK’lılar yapıyorsa orada masumiyet de meşruiyet de yoktur, bu böyle bilinsin’.
Bu önemli.
Usta ‘mahşere kadar beraberiz’ dediği Barzani’yi unutmuş, o dillere destan buluşmayı unutmuş, Irak kuzeyinde İsrail ve PKK destekli bir Kürt Devletinin varlığını bir beka sorunu olarak görmeye başlamıştı. Bu aynı zamanda bir dönüm noktasıydı; Kürdistan’la İsrail ilk kez resmi ağızdan yan yana getiriliyor üstelik Barzani’yle birlikte aynı kazana atılıyordu. 90’lı yıllarda neler yaşandığını bilmeyenlerimiz belki Usta’nın bu çıkışını alkışlayabilir ama öyle değil, Uğur Mumcu bundan tam 24 yıl önce bu tehlikeyi görmüş ve şimdi en üst perdeden dile getirilen bu ikiliyi açıklamıştı. Demek ya duyan olmamış ya da unutulmuştu. Hatta Mumcu, Usta’nın bu konuşmasında sözünü hiç etmediği ABD’yi de aynı kazana atmıştı.
İşte Uğur Mumcu;
‘Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki Mossad-Barzani ilişkisidir. Mossad, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı? Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, ‘Hayır olmadı’ diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da Mossad-Barzani ilişkileri bilinmiyordu… Mossad’dan Kürtlere 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. 70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?.. Sürüyor…’
Uğur Mumcu, İsrail ile Barzani arasındaki bu bağı açıkladıktan tam iki hafta sonra kanlı bir suikastın hedefi oldu, aramızdan ayrıldı. Bir daha onun gibi yazan, anlatan, deşifre eden, kamuoyuna duyuran çıkmadı ta ki devletin zirvesinden yapılan bu son İsrail çıkışına kadar.
****
Bu çelişkili yönlerine karşın Usta siyaset dünyasında büyük bir şahsiyet. O her yerde, evde pazarda çarşıda ekranlarda ama özellikle de afişlerde… Ne zaman çıksam Ankara’ya ne zaman baksam sağa Usta orada. Baksam sola yine Usta. Gerçi insan zamanla kanıksıyor ama yine de bir bakış atmadan edemiyor.
Ben Usta’yı işin gerçeği Dağlıca’da tanıdım hani 12 askerimizin şehit düştüğü, sekiz askerimizin de kaçıldığı ağır vakada. Bir söyleşi için gittiğim Rize’de de görmüşlüğüm var, yürüyordu. Hemen hemen her yer afişlenmiş, biri sağa biri sola sıralanmış, görmeden geçmek zaten mümkün değil. İnsanı etkileyen gözleri ise öyle dizayn edilmişti ki ister yukarıdan gelin ister aşağıdan sizi izliyor, sizi takip ediyor ne yapsanız kurtulmanız imkansız gibiydi. Öyle çarpıcı bir etki bırakıyordu ki bunu tek pozda becerebilmek başlı başına bir ustalıktı.
Görmezden gelemediğim bir diğer özelliği ise Usta daha uzundu. Tabi göz yanılması da olabilir çünkü zaten uzun boyluydu, belki de bu afiş ‘Uzun Adam’ sıfatına denk düşmesi için tasarlamıştı, bilemiyorum.
‘Uzun Adam’ deyince…
Bu sözü de ilk kez Usta’nın kendi sesinden dinlemiştim. Yıl 2014, yani 17/25 Aralık’tan önce değil, hemen sonra Usta Trabzon’da konuşuyor ve Fetullah Gülen’in kendisi için ‘bu uzun var ya bu uzun’ dediğini anlatıyor, anlatırken de sitem ediyordu;
‘Geçenlerde benimle ilgili söylediği ifade şu, yazıklar olsun, yazıklar olsun. ‘Bu uzun bize çok hainlik yaptı’ demiş. Nasıl hainlik yaptıysak. 17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Bu muydu hainlik? Bu ne vicdandır be!.. Okullar için yer istedi, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler, devlet hükümet başkanlarına bunları refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne nankörlük bu ya? Ne istediniz de alamadınız?’
Böylece Usta’nın sıfatlarından birinin de ‘Uzun Adam’ olduğunu anlamıştım, sonra bu sıfat zamanla ‘Usta’ya dönüştü.
Peki Usta’ya hiç çekinmeden korkmadan pervasızca ‘Bu uzun bize çok hainlik yapmış’ diyen kimdi?
Usta bir gün açıkladı, 17/25’in iki yıl sonrasıydı; Hukuki Araştırmalar Derneğiyle bir araya geldiği öğle yemeğinde kendisine ‘Uzun’ diyen Gülen’i anlattı ama bu kez sertti, ‘çete bu’ dedi ‘çete’ ve bu çeteyi üç parçalı bir yapıya benzetti;
‘Bu çete, tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ise ihanet olan bir çetedir, emniyet içindeki bir grupla birlikte hükümete ve şahsıma yönelik bir darbe hazırlığı içinde olduğu gerçeğiyle karşılaştık ve aldandık. Niye? Bakıyorsun tabanda ibadet var, ortada ticareti görüyorsun ama tepede, tavanda ihaneti doğrusu tespit edememenin zaafı içinde olduk’.
Tabii Usta ‘aldandık’ deyince aklıma Barzani geldi, bu kez güldüm geçtim.
Bu üç katlı çeteyi anlatırken Usta ‘sertti’ demiştim, doğru, üstelik öfkeliydi de ‘bu ne nankörlük ya’ diyerek ettiği sitemden eser kalmamış aksine bu yapıya ‘çete’ diyor ve savaş ilan ediyordu. Ve şimdi Türkiye işte bu çeteyle mücadele ediyor; tam üç yıldır ülkede gözaltılar var, arada ihraçlar var, tutuklamalar var, işten atılanlar var ve yargılamalar ülkenin dört bir yanında ayrı ayrı mahkemelerde sürüyor. Çarpıcı olanı ise kod adı Fetö olan bu yapının devletin tüm kurumlarına sızmış oluşu, çetebaşının deyişiyle devletin ‘kılcal damarlar’ına kadar girmiş; her meslek grubu var; asker, polis, hakim, savcı, emekli, memur, işçi…
Ama yine de bir şey eksik, bu yapıda siyasi ayak yok!..
Bunu da Usta’nın ortağı Bahçeli’den öğreniyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 31 Mart yerel seçimlerinin hemen öncesinde, ‘örgütün sekiz ayağı olduğunu, hepsinin ortaya çıktığını ama siyasi ayağının hala bulunamadığını’ ilan etti. Sözleri aynen şöyle;
‘Yurtta Sulh Konseyi olduğunu söylüyorsunuz. Askeri ayağı zaten sekiz ayağının ilki. TSK’nin içerisine sızmışlar. Şimdi yavaş yavaş ayıklanıyor. Diğerleri nerede? Siyasiler nerede? Bürokratlar nerede?’
Şimdi iş biraz garipleşiyor; Usta bu çete üç katlı diyor, Bahçeli bu çete dokuz ayaklı diyor ve bir ayağı da yokmuş!..
Ben hala şaşkınım. Üç katlı dokuz ayaklı ve bir ayağı da olmayan bu çeteyi gözlerimin önünde canlandırmaya çalışıyorum ama bir türlü bu parçalarla anlamlı bir resim çizebilmek mümkün olmuyor. Şimdi Türkiye bu resme bakıyor, bu çeteyi arıyor ama haklı olarak bir şey göremiyor. Çünkü daha çetenin başı yok, ‘Yurtta Sulh Konseyi’ nedir, başı nedir sonu nedir henüz ortaya çıkmış değil, yargılamalar sürüyor.
Akıllar bu ucube resimle böylesi bulanırken…
19 Temmuz 2018’de, İYİ Parti, Meclis’e ‘FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıkarılsın ‘ diyerek bir araştırma önergesi verdi ama kabul görmedi, önerge AKP ve MHP oylarıyla düşürüldü. Yine de İYİ Parti işin peşini bırakmadı, 16 Mayıs 2019’da bu kez ‘darbe kalkışmasının askeri ayağı yurtta Sulh Konseyi’nin, siyasi bir taraf ve grupla ilişkileri açığa çıkarılsın’ diyerek ikinci önergeyi verdi ancak bu da AKP’nin ret, MHP’nin de çekimser oylarıyla reddedildi. Bu noktada akıl bulanmakta haklıydı, öğrenmek istiyordu: ‘Neden?’
Önergeye ‘Hayır’ diyen AKP lideri; ‘zaafa düştük, ihaneti görmedik ama bu paralel devlet yapılanması adı verilen ulusal güvenliğimize legal görünüm altında illegal tehdit oluşturulan bu yapıyı er veya geç çökerteceğiz. Bunun hiç lamı cimi yok’ diyen Usta’ydı.
Usta’ya destek veren MHP lideri de ‘çıksın artık bu siyasi ayak artık ortaya çıksın diyen’ Bahçeli idi. Ve her ikisi de kendi ifadelerine göre ‘pazara kadar değil mezara kadar ortak’ idi.
İşin ilginç tarafı Usta’nın bir ortağı daha vardı, dört yıl öncesi kucak açtığı Barzani’yi işaret ederken ‘Biz kardeşiz. Sadece yol arkadaşı değiliz, kader arkadaşıyız. Pazara kadar değil mezara kadar, mahşere kadar biriz beraberiz’ demişti. Hani bunu ben söylemiş olsam gülüp geçebilirdiniz ama öyle değil, Usta diyor bunu, Barzani’ye ‘yol arkadaşıyız’ diyor, ‘kader arkadaşıyız’ diyor hem de mahşere kadar! Gerçi Bahçeli’ye de ‘mezara kadar’ demişti ama ‘mahşere kadar’ dememişti. Şimdi Bahçeli bu işe ne der bilemiyorum ama ben bu ortakları büyük resimde nereye koyacağız, onun düşüncesindeyim; Usta ortada, sağında Bahçeli, solunda Barzani ve hepsi ortak hem de mezara kadar.
İş bu kadarla bitse yine iyiydi ama dahası var…
‘ABD ve İsrail destekli Barzani’nin, PKK ve Fetö’nün Türkiye’ye karşı yakın tarihin en ağır tehditleri olduğu söyleniyor ancak çetebaşı Gülen Amerika’da, himaye ve desteği oradan alıyor. Ve bu Amerika Türkiye’nin stratejik ortağı ve müttefiki hala da öyle.
PKK’ya gelince… Bu örgütün son otuz yıldır terk etmediği inleri Barzani bölgesinde, dört ayrı üs halinde; Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap. Onlar da himaye ve desteği Barzani’den görüyor hala da öyle.
Ve İsrail… ‘İsrail’in Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkileri var ve hız kesmeden sürüyor hala da öyle. Yani bu tablo gerçekten usta ellerle çizilmiş olsa da görülen resim çarpık, net değil, bulanık. Tablo böyle olunca, işin başında da Usta olunca insan aklı ister istemez soruyor ‘acaba’ diyor, ‘acaba Usta’nın bir bildiği var da bize mi söylemiyor’ diye.
Diyelim ki Usta’nın bir bildiği var ve söylemiyor, peki bu ne olabilir ki? Bu soru şimdilik aklımıza dursun.
Peki ya Bülent Arınç’a ne demeli?
Hem de özel çekim yaparak bizzat eliyle kamuoyuna verdiği videolu mesajları bu çarpık resimde nereye koymalı? Arınç çok ilginç mesajlar paylaştı o gece, ağır imalar taşıyan ifadeler kullandı. Bakın ne dedi;
‘Şunu herkesin bilmesi gerekir, bunu ben darbe gecesi öğrenmekle beraber ‘Ne kadar da ahmak bir insanmışsın, herkes söylüyordu, herkes bunu söylüyordu, sen itiraz ediyordun’ diyebilir. Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olması o gece ortaya çıkan bir olaydır. Ben o gece öğrenmiş olabilirim, sayın Cumhurbaşkanımız da Genelkurmay Başkanımız da o gece öğrendi.’
Bu sıradan bir açıklama değil, açıklamayı yapan da sıradan biri değil Usta’nın yol arkadaşı dava arkadaşı. Ve bu açıklamada herkesin kolayca taşımayacağı çok ağır bir gönderme var, şöyle ki; ‘bu kalkışmayı ben o gece öğrenmiş olduğum için bana ahmak diyebilirsiniz. Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olması o gece ortaya çıkan bir olaydır. Ben o gece öğrenmiş olabilirim ama sayın Cumhurbaşkanımız da Genelkurmay Başkanımız da o gece öğrendi’ diyor. Arınç’ı böyle dinlerken gözün gördüğü çarpık resimle zaten karışmış olan akıl bu kez düğümleniyor. Yani önce cemaat sonra ‘F tipi’ denilen ve devletin bütün kurumlarına sızmış bu çete bir gecede terör örgütü oluvermiş demek!..
Hiç uzatmayalım mesele kısadan şu; ayağı olsa da olmasa da bu haliyle bu yapı bir proje olmalı yani Fetö durup dururken bir gecede terör örgütü olmuş değil, örgüt olup da bir gecede Türk ordusunu sırtından vurmuş değil geçmişi var, küresel destekleri var, iç destekleri var olan bir projenin sadece bize görünen yüzü.
Hal böyle iken Türkiye’yi hedef almış küresel bir projeyi görmezden gelen gözler ‘Siyasi ayak siyasi ayak’ deyip duruyorlar. Yani şimdi diyelim ki yargı harekete geçsin ve beş on milletvekilini hem de iktidar partisinden gözaltına alsın sonra bize dönüp ‘işte siyasi ayak’ desin, Türkiye’de her şey sütliman mı olur mu dersiniz?
Bana sorarsanız bu biraz zor.
Burada toplumun tüm dikkati ‘siyasi ayak’ üzerine çekiliyor ve kamuoyunda ‘üç beş siyasetçi de’ bu torbanın içine atılırsa Fetö ile mücadele artık sonuçlanır, her şey sütliman olur’ algısı yaratılıyor. Anlaşılan o ki bu defterin böyle kapatılması düşünülüyor.
Hepsi hoş iyi güzel de ‘Türk Ordusu neden hedef alındı, bu kalkışma neden yapıldı’ bu sorulara bir cevap verilmeyecek mi?
Öyle ya bu dünyada ister sivil ister askeri darbe olsun, hepsinin bir siyasi hedefi var. Kimse ‘hadi bu gece ortaya çıkıp bir darbe yapalım’ demiyor. Mutlaka bir projenin ayağı olarak hareket ediyorlar. Böylesi küresel oyunlara akademik dilde komplo deniliyor. Ve böylesi komplolar bir ülkede ya mevcut siyaseti değiştirmek ya da güçlendirmek için yapılıyor. Yani ordumuza sızdırılmış bu işbirlikçiler işin gerçeğinde Türkiye’ye karşı konumlanmış küresel siyasi bir projenin ayakları!
‘Efendim Türkiye’yi içsavaşa sürüklemek istediler, onun için yaptılar’ diyenler var ama böylesi bir yaklaşım içinde yaşadığımız karanlığı aydınlatılabilir mi ki? Kaldı ki Türkiye’de bir içsavaş senaryosu başta ABD ve Avrupa olmak üzere kimin işine gelir ki? Neden gelmiyor?
Allah aşkına baksanıza paranın merkezlerine… Borsa’nın yüzde 80’i yabancıların elinde dönüyor, bankalar öyle, sigorta şirketleri öyle. Çılgın proje dedikleri, dev projeler, dünyada eşi yok dedikleri tüm bu büyük işlerin içine bakınız hepsinde yabancıların parası var. Özelleştirme denilerek satılan fabrikalarımıza bir bakın bakalım, en büyükleri kimlerin elinde?
Bu noktada akla ‘asıl hedef neydi’ sorusu geliyor.
‘Efendim hedef Erdoğan’dı ‘diyenler var ama yakın Türk tarihinin bu en ağır kalkışmasını açıklamaya yeter mi dersiniz? Ardında binlerce yıllık köklü bir tarihi olan bir devlet böyle kolay kolay yıkılabilir mi ki? Sorular çok olunca, siz istediğiniz kadar ortaya çıkıp’15 Temmuz bir Çanakkale destanıdır’ deseniz de insan aklına bu huzur vermiyor aksine cevapsız sorular halkın yüreğindeki endişeyi artırıyor tıpkı benim yüreğimdeki gibi.
Öte yanda ‘asıl hedef neydi’ diye soran bu akıl durmuyor ki hemen yapıştırıveriyor; ‘Sırada başka ne var, bundan sonraki hedef ne olacak, kimler hedef olacak’ sorularını peş peşe sıralıyor. İnsan aklı bu, Allah’ın en büyük lütfu, bu lütfu geri çevirmeye kalkışmak zaten günah. Bir cevap olmalı, olmalı çünkü olmuş bitmiş olan bir şey yok, bugün eğer siyasi ayak hala görülemiyorsa kılık değiştirip karşımıza yine çıkacaktır ki bu da tehlike sürüyor demektir.
Şimdi Türkiye’de neredeyse her evin duvarına asılmış çerçeveli bir resim var ama içinde üç katlı, dokuz ayaklı garip bir şey var. Herkes ona bakıyor ve memlekette ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. .
Fetö bu; mücadele sürüyor, her gün gözaltı var, Usta’nın deyişiyle tavandaki ihanet şebekesi hala ortaya çıkmış değil, yargılamalar devam ediyor. Bununla birlikte PKK terör örgütüne karşı mücadele sürüyor; her gün operasyon var şu anda Türk Ordusu Irak kuzeyi Hakurk alanında, Pençe Harekatı sürüyor… Şimdi bir de güney hudutlarımızda güvenli bölge işi çıktı ve olası bir harekatın eli kulağında.
Sonuçta diyeceğim şu ki bu coğrafyada hiçbir şey tesadüfen olmuyor, hiçbir şey de gizli kalmıyor.
Ben hep devlet parasız yatılı okullarda ekmek yedim, su içtim, okudum büyüdüm, benim can aziz milletime bir vefa borcum var. Biliyorum herkesin görebileceği ve anlayabileceği bir resim çizebilmek, çizip de duvara asabilmek kolay değil; devlete ve millete karşılıksız sevgi istiyor, feda istiyor.
Ben bir Türk subayıyım, mensubu olmakla gurur duyduğum Türk milletinin bir hizmetkarı olarak naçiz bedenimdeki bu yürek sahip olduğu bu değerlerle çarpıyor ve bu vefa borcunu ödemek istiyor. İşte bu yürekle perde inmiş gözlerimize ışık olsun diye yazdım bu kitabı, çocuklarımızın geleceği için, devletimizin bekası için, milletimizin varlığı için…
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak