Video

33 Er.. ‘Bingöl’de Ne Oldu’

20 Mart 1993’te, Lübnan Bekaa’da, Abdullah Öcalan, Talabani, Kemal Burkay ve Ahmet Türk ile bir araya gelerek ateşkes ilan etti…

Bu ateşkes olayı medyanın gündemine Cengiz Çandar tarafından taşınmıştı; ateşkesten tam bir hafta önce yaptığı açıklama sanki bir kehanet gibiydi, olacakları görür gibiydi.

Aynı Çandar 2001’de Ecevit için de, ‘o baştayken ABD Irak’a harekat yapamaz’ diyecek ve gerçekten de ABD’nin Saddam Harekatı Ecevit gittikten beş ay sonra, 20 Mart 2003’te başlatılacak yani kehaneti yine doğru çıkacaktır…

Cengiz Çandar, Türk tarihine 93 Mart Ateşkesi olarak geçen olayı tam bir hafta öncesinde ‘Apo’dan Özal ve Demirel’e mesaj’ başlığı altında kamuoyuna ilan etti.

Gazete bu haberi ‘Apo silah bırakıyor’ manşetiyle okurlarına duyurdu.

Çandar haberinde, ‘PKK artık silahlı mücadeleden vazgeçiyor, Apo Kürtleri siyasi mücadeleye çağırıyor, Bağımsız Kürt devleti isteği terk ediliyor, diyordu.

Çandar’ın haberinde ayrıca Öcalan’ın bu kararının Talabani tarafından Cumhurbaşkanı Özal, Başbakan Demirel ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e iletildiği de vurgulanıyordu.

Çandar, ‘Öcalan’ın Nevruz öncesinde bir basın toplantısı düzenleyerek bu kararlarını açıklayacağını, basın toplantısına katılmak üzere Türkiye’den bazı gazetecileri davet edeceğini’ de yazarak bir nevi çağrıda da bulunmuştu…

Haberin özeti şuydu;

‘PKK lideri Abdullah Öcalan, Türkiye’deki başta Kürt sorunu ve terör olmak üzere önümüzdeki dönemde gelişmeleri etkileyecek bomba açıklamalara hazırlanıyor. Öğrenildiğine göre Abdullah Öcalan, Nevruz öncesinde yapmayı tasarladığı açıklamada, ‘terörü kınayacak’, taraftarlarına ‘silahlı mücadelenin terk edilmesi, Türkiye’deki demokratik düzenden yararlanarak Kürt sorununa barışçı çözüm yolu aranması ve Nevruz’un silahlı eyleme başvurulmadan barış içinde kutlanması’ çağrısında bulunacak.

 Öcalan, bu arada, ’Bağımsız Kürt devleti kurulması, tezinden de vazgeçildiğini, askeri mücadele yöntemlerinin Türkiye’deki demokratik çerçeve içinde siyasi mücadele yoluyla, Kürt meselesinin, ayrılıkçılık olmaksızın çözülmesini önerecek.’

Dahası..

Çandar’ın bu haberinin ne anlama geldiği henüz ortaya çıkmadan bir gün sonra da Hasan Cemal imzasıyla yayınlanan bir haberde, ‘Talabani’nin bir mektupla Öcalan’ın, silah bırakıyorum, mesajını Cumhurbaşkanı Özal, Başbakan Demirel ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e ilettiği’ duyurulacaktı.

Her şey Cengiz Çandar’ın bu kehanet gibi haberiyle gelişti ve bu gelişmelerden dört gün sonra Öcalan, 17 Mart 1993 günü Beyrut’a bir buçuk saat mesafedeki Beka Vadisi’ndeki Baraias Kasabasında, Talabani ile birlikte bir basın toplantısı düzenledi ve ‘Ateşkes’ ilan etti.

Yine Çandar’ın öngördüğü gibi, 20 Mart Nevruz günü, Öcalan Bekaa’da bir basın toplantısı düzenledi ve konuştu;

‘20 Mart’tan 15 Nisan’a kadar ateş etmeyeceğiz. Ancak meşru müdafaa durumunda karşılık vereceğiz. Böylelikle uluslararası, Türkiye ve Kürdistan kamuoyunun bir barışa imkân bulunması dileğine de karşılık vermeye çalışıyoruz.’

Bu olaydan sonra yıllar geçecek, örgütün önemli isimlerinden Şemdin Sakık 93 Mart ateşkesi için şunları söyleyecektir;

‘1993 yılındaki ateşkes tamamen örgütün ve bizim dışımızda haberimiz olmadan Apo (Abdullah Öcalan ) tarafından telsizle yapılmıştır… Bu ateşkesin amacı neydi? Apo’nun kafasından mı çıktı? Şam’ın veya daha üst kişilerin talimatıyla mı, bilemiyorum…”

Yani bu ateşkesin anlamı PKK örgütü tarafından bilinmiyordu, Abdullah Öcalan hariç…

Elebaşı Abdullah Öcalan ise yıllar sonra bu ateşkes olayını şöyle açıklayacaktır;

‘1993 yılında Celal Talabani bana geldi. Onunla olan görüşmemizde, Özal’ın(Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı) ateşkes konusunda talebi olduğunu iletti. Böyle bir beklentisi olduğunu söyledi. Daha önceden de ben, Türk gazetecilerinden Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu, İsmet İmset’le aynı konuda röportaj yapmıştım.

Ben bu Türk gazetecilerine, Özal’ın ateşkes isteğinde samimi olup olmadığını sordum. Bu gazeteciler bana, Turgut Özal’ın Kürt meselesine çözüm arayışı içinde olduğunu ve bu işi yapacak cesaretinin de bulunduğunu söylediler. Aynı soruyu Celal Talabani’ye de yönelttim. Celal Talabani de bana samimi gördüğünü ve bu konuda cesareti olduğunu söyledi. Ben de sonuç olarak olayı siyasi platforma götürmek istiyordum. Benim düşünceme uygun geldiğinden 13 Mart 1993 günü Celal Talabani ile birlikte ateşkes ilan ettim…

Ateşkes ilan ettiğimizde, HEP milletvekilleri Ahmet Türk, Hatip Dicle, Sedat Yurttaş, Sırrı Sakık da oradaydılar. Celal Talabani benimle görüşmesinde, Turgut Özal’dan başka devlet içinde çeşitli kademelerde kişilerle de görüştüğünü, bu arada siyasi parti liderleriyle de görüştüğünü, izlenimlerinin olumlu olduğunu söylemişti. Hatta sonraki görüşmemizde Talabani, Özal’ın benim ateşkes ilan etmemden sonra rahat bir uyku uyuduğunu, 10 yıldan beri ilk defa rahat bir uyku uyuduğunu söylediğini iletti…

1993 yılı Mart veya Nisan ayında olabilir Hasan Cemal, Cumhuriyet gazetesi adına benimle röportaj yapmaya gelmişti. Hasan Cemal ile yemek yerken, Hasan Cemal bana o günkü İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in, benim için üslubunu biraz yumuşatsın, bizim de onun hakkında sert konuştuğumuza da aldırış etmesin, dediğini iletti. Celal Talabani ile olan ateşkes ile ilgili konuşmalarımız ve gazeteci Hasan Cemal’le yemek esnasında yaptığımız konuşma, ikisi de benim evimde gerçekleşmiştir. İlk görüşme Şam’daki evimde gerçekleşmiştir. Hasan Cemal’le olan görüşme ise Lübnan’daki evimde olmuştur. …

1993 yılı 13 Mart’ın da ateşkes ilan ederken PSK Başkanı Kemal Burkay da yanımızdaydı. O da ateşkese destek veriyordu. O gün aramızda birlikte hareket etmek için Kemal Burkay’la birlikte hareket etmemiz için bir protokol imzaladık. Bu protokol halen geçerlidir.’ .

Binbaşı Cem Ersever’in bu ateşkese ilişkin görüşleri ise daha o yıllarda açık ve nettir;

‘Basında yer alan, hükümet yetkililerinin demeçleri de insanı çileden çıkaracak cinsten olan demeçlerdir ve her zaman ki gibi aldatmacadan başka bir şey değildir. Her zaman ki gibi koltuğundan olma kaygısıyla halkın gözünün içine baka baka yalanlar sıralandı. Terörist Apo’yu ateşkes kararından sonra ‘Bay Öcalan’ dite telaffuz etmeye başladılar mı?

Mademki PKK’nın ateşkesinin toparlanmak için bir taktik olarak ele alındığını biliyordular, neden bahar operasyonlarını durdurdular? Toparlanıp bir yol kesmeyle kırk insanı katletmelerine neden izin verildi?

Peki, gerçekten bu bir barış ve demokratik çözüme giden bir başlangıç mıydı?

DGM kayıtlarına bakalım ;

‘PKK lideri Abdullah Öcalan, Celal Talabani’nin önerdiği tek taraflı ateşkesi kabul ederek 20.03.1993 tarihinde tek taraflı sözde ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır. Bunu yaparken terörist faaliyetlerle ulaşamadığı hedeflerine legal yollardan ulaşmayı, terörist imajı konusunda kamuoyunu yanıltmayı, dağılan elemanlarını yeniden toparlamayı amaçlamıştır. Ancak, sözde ateşkesi sadece taktik olarak benimsemiştir. Hiçbir şart altında silahlı faaliyetten vazgeçmek istememiştir.’

20 Mart 93’de, Lübnan Bekaa’da ateşkes ilan edilmiş, fiilen yürürlüğe girmiş ve Bitlis Paşa’nın harekatından böylece vazgeçilmişti.

Mayıs 93’te yani Özal’ın ölümünden hemen sonra Ahmet Türk ile Leyla Zana Amerika’ya gitti ve Özal sonrası PKK’nın uygulanacak strateji konusunda ABD’li yetkililerle görüştü; PKK örgütü direktifleri ABD’den alıyordu.

Operasyonlar büyük ölçüde durdurulmuştu; barış ve kardeşlik gelecek, artık terör bitecekti…

Bingöl; Özal’ın Ateşkesi katliamlara yol açıyor…

20 Mart 1993 ateşkesiyle yeniden güç kazanan örgüt, 24 Mayıs 93’te Bingöl karayolunda 33 silahsız askerimizi, 2 öğretmen ve 2 sivil vatandaşımızı Bingöl’de kurşuna dizdi.

Şimdi..

Bingöl olayı basit bir terör eylemi değil, stratejik bir eylemdir.

 Eşref Paşa’nın dağılma noktasına getirdiği örgüt Özal ateşkesiyle toparlanmış, Bingöl katliamı ile Irak’ta olması gereken çatışmaları Türkiye’ye taşımıştı. Çıkan şiddetli çatışmalar sonucu, 93, 94 ve 95’te her yıl verilen şehit sayısı beş yüzden fazlaydı.

Genelkurmay’ın Bingöl sonrası yaşanılanlarla ilgili değerlendirmesine bir bakınız:

‘1992 yılında zayiatımız 496 şehit, 955 yaralı toplam bin 451, 93 yılına baktığımız zaman 538 şehit, 996 yaralı toplam bin 534, 1994 yılına baktığımız zaman 867 şehit, 206 yaralı toplam 2 bin 927 bu yaralılardan bir kısmı tedavi edilmek suretiyle tekrar hayata döndü. 1995 yılında 615 şehit, bin 342 yaralı, bin 957 zayiat var. Bu rakamlar gerçekten çok ürperticiydi.’

Türkiye bu trajik sonuca Özal’ın PKK ile yaptığı, barış kardeşlik, akan kanlar dursun, demokratik çözüm, barış süreci diyerek Öcalan’la yaptığı ateşkes sonrasında ulaşmıştır.

Eşref Bitlis’in 3 Ekim 1992’de başlattığı ve bahar ayında tamamlanması gereken harekat da bu ateşkese bağlı olarak yapılmamıştır…

Madımak ve Başbağlar sıradan olaylar değil…

2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında meydana gelen olaylarda Madımak Oteli, kimliği belirsiz kişilerce ateşe verildi ve 35 insanımız yanarak hayatını kaybetti.

5 Temmuz 1993’te, Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’ne bağlı Başbağlar Köyünde PKK tarafından 28 insanımız kurşuna dizildi. Köy ateşe verildi, beş inanımız da yanarak can verdi.

2 Temmuz’da Alevi kardeşlerimiz hedef alınmıştı. 5 Temmuz’da ise Sünni kardeşlerimiz hedef alındı.

Neden yapılmıştı bu eylemler?

Bu katliamları yapanların ardında hangi siyaset, hangi savaş stratejisi vardı?

Olayları yan yana koyup baktığımızda şu sonuçlara ulaşabiliriz…

1988 Halepçe katliamı ile uluslararası dikkatlerin Kürtlere çevrilmesi sağlanmıştır.

1991 Körfez savaşıyla adı PKK olan örgüt sayısı 20.000 aşkın silahlı bir güce kavuşturulmuştur. PKK çatışmalarıyla Avrupa siyasi arenasında Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğu siyaseti yaratılmıştır.

Bu siyaset, siyasi silahlı Kürt hareketini Irak’tan Türkiye’ye taşıma planıdır.

Bu plan küresel İsrail ve BOP planı ile bire bir örtüşmektedir.

İşin mezhepsel boyutuna gelince…

1991-2014 arası izlenen siyasetle Türk-Kürt diyerek etnik farklılıklar güçlendirilmiştir.

1993 Madımak olayıyla Türkiye’de Alevi kimliği vurgulanarak öne çıkarılmıştır.

1993 Başbağlar olayıyla Türkiye’de Sünni kimliği vurgulanarak öne çıkarılmıştır.

1993-2014 arası izlenen siyasetle Alevi-Sünni diyerek mezhepsel farklılıklar güçlendirilmiştir.

Bu siyaset, İsrail’in Ortadoğu ülkelerini etnik-mezhep temelinde parçalama siyasetidir ve son on iki yıldır AKP bu siyasete hizmet eden karar almakta ve bu kararların anayasal ve yasal suç boyutları gözardı edilerek halen uygulanmaktadır…

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı Yazar

Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu