Yazar

23. Gün.. ‘Siyasi Tuzak’

Tarih: 27 Eylül 2017. Yer: Beştepe/ Ankara.

Usta ‘2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde konuşuyor ve Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumuna ilişkin olarak ‘İhtimal vermiyorduk, yanılmışız’ diyordu.

Öfkeliydi, hiddetten yüzü kızarmış, bir yandan yumruğunu masaya vuruyor öte yanda işaret parmağını ileriye doğru uzatarak ‘senin canına okuyacağım’ dercesine sallıyordu.

Ben ise şaşkın, açmış gözlerimi izliyordum.

Şaşkınlıkla diyorum, doğrudur çünkü Usta’nın bu ‘ihanet’ çıkışından çok değil daha dört yıl öncesinde ‘Kürdistan lideri hoşgeldiniz’ deyip Barzani’yi kucaklayışı, ‘biriz beraberiz’ diyerek sarılışı gözlerimin önüne geldikçe…

Hatırlayınız Arınç’ın gözyaşlarını hatta Usta’nın çıktığı koltukla sahneye fırlayan Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses’in  attığı ‘Megri Megri’ çığlıklarını… kulaklarımız hala çınlıyor. 

Şimdi İtalya’ya geçelim..

Tarih: 18 Nisan 1920. Yer: San Remo. 

Başta söylediğim Londra Barış Konferansı’nda Kürdistan konusu bir karara bağlanamadı. Sorun, İtalya’nın San Remo kentinde yapılacak olan konferansa devredildi. 

Sonunda anlaştılar. Konferansın o günkü oturumu kapanırken toplantı tutanaklarına eklenen bir metinle, bugün Türkiye’nin karşısına çıkarılan küresel siyasi projenin Kürdistan ayağını şöyle çizdiler;

 ‘İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak altı ay içinde İstanbul’da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan hükümetlerince atanacak bir komisyon (…..) maddelerde tanımlandığı biçimde Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırları güneyinde, Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey sınırlarının kuzeyinde, çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır.

Bu plan, bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla, Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon, işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sınırı ile aynı olduğu yerlerde, gerekmekte ise ne gibi düzeltmeler yapılacağını incelemek ve karara bağlamak için bu yerleri gezecektir.’[1]

Burada özerk Kürdistan diye düşünülen bölge Anadolu’daki Fırat’ın doğusu.

 Ermenistan’ın güneyi diyerek bir Ermeni devletinin varlığını işaret ettikleri yer ise Vilayet-i Sitte yani Osmanlı vilayetleri olan ‘Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Sivas’ın güneyi.

Asuriler Geldaniler dedikleri bizim Nesturiler hani şu Hakkari’de Cumhuriyete karşı isyan eden, isyan tutmayınca Suriye ve Irak kuzeyine kaçanlar. Onlar da şimdi PKK ile bir birlikte Türkiye’ye karşı savunma birlikleri kurdular.

Sevr işgal süreciyle bugün yaşadıklarımız yan yana getirilirse eğer, Türkiye’nin bugün iki ayrı projeyle karşı karşıya kaldığını görüyoruz.

Her ikisi de Fırat’ın doğusu ama biri Suriye’de diğeri Doğu Anadolu’da. 

Suriye’deki Fırat’ın doğusunda özerk yönetimler kurulalı yıllar oldu. Bize hudut olan yerlerde bayrak çektiler yani bir yanda Mehmetçik karşısında PKK. Gerçi Usta demişti ‘bir gece ansızın geleceğiz, Fırat’ın doğusunu kökten temizleyeceğiz’ demişti ama… 

Allah aşkına ta 92’den 2002’ye geçen zamana bakın.

Her yıl şehit verdik ama sonunda biz bu teröristleri Hakurk alanına sıkıştırdık, sayıları iki üç bin civarındaydı. Aradan geçti 17 yıl.

Şimdi bırakın Hakurk’u, Musul’dan alın Afrin’e kadar gelin. Tüm Fırat’ın doğusundaki terörist sayısı şu anda yüz bine yakın. Üstelik hepsi özerk yönetimlerini kurmuş, bayraklarını hudut boylarına çekmiş durumda.

Doğu Anadolu’daki Fırat’ın doğusuna gelince…

Bekliyorlar. Anayasanın değişmesini bekliyorlar.

‘Türk ulus devlet’ kimliğinin kaldırılmasını ve yerel yönetim yasanın değiştirilerek yerel yönetimlere özerklik verilmesini bekliyorlar.

HDP siyasetine yeni şekil vermesi düşünüle ve TRT’ye çıkarılan Osman Öcalan gibi yeni bir yüzün gelmesini bekliyorlar.

Eyalet sistemine geçilirse eğer, Barzani’nin Irak kuzeyinden uzanıp bu yeni yapılara güç vermesini bekliyorlar.

Bu bize neyi gösterir?

Bu bize yüz yıl önceki Anadolu’yu işgal planının bire bir uygulandığını, Suriye’de işin tamamlanmak üzere olduğunu, Anadolu’da ise karşımıza farklı bir kılıkla yeniden ve mutlaka çıkılacağını göstermez mi?

San Remo’da Özerk Kürdistan sınırlarını belirleyen bu metin, Osmanlı hükümetince 10 Ağustos 1920 günü imzalanan Sevr Antlaşması’nın 62’nci maddesi olarak yer aldı.

 Aynı toplantı tutanaklarına eklenen bir metinle Kürdistan’ın nihai sonucu yerel halkın kararına bırakıldı.

Ve Güneydoğu Anadolu’da üzerinde oynanan oyunların temelinde yer alan halk oylaması siyaseti, San Remo’daki konferansta hazırlanan 5 sayılı not ekinin 3’ncü maddesine yüzyıl önce yazıldı.

Bu metin Sevr Antlaşması’nın 64’ncü maddesi olarak kabul edildi;

‘…Bununla birlikte, işbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayan bir yıl içinde, 1’nci maddede tanımlanan bölge içindeki Kürt halkları, bu bölge nüfusunun çoğunluğunun Türk yönetiminden bağımsız olmak istediğini gösterir bir biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvuracak olur ve Konsey de bu halkların bu bağımsızlığı kullanmaya yetenekli oldukları kanısına vararak, bunun kendilerine sağlanmasını öğütleyecek olursa, Türkiye bu öğütleme hükümlerini yerine getirmeyi ve bölge üzerindeki tüm hak ve yetkilerini bırakmayı başından yükümlenir.

Bu bırakma işleminin ayrıntıları, Türkiye ile işbu anlaşmayı imzalayan başlıca müttefikler arasında ayrı bir anlaşma konusu olacaktır.’

İşte Usta’nın ‘bu ülkemize ihanettir’ diyerek tanımladığı ilk küresel ve siyasi Kürdistan Projesi böyle ortaya çıktı.

Şimdi yüzyıl önceki bu dili bugüne çevirecek olursak tercümesi şöyle; Tıpkı Sevr’de öngörüldüğü gibi Barzani bağımsızlık referandumuna gitti, referandum dedikleri işte bu halk oylamasıydı.

Şimdi aynı oyun Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinde oynanmaya başlayacak.

Anayasa değişikliğine gidilip de yerel yönetimlere özerklik verilirse eğer, bunu halk oylamasının takip edeceği konusunda artık hiç kuşku yok.

Hatırlayalım Gazi Mustafa Kemal Atatürk Lozan ile Sevr üzerinde değerlendirme yaparken bu siyasi projenin(Sevr) yüzyıllardır Türk Milletine karşı hazırlanmış büyük bir suikast olduğunu şu sözlerle ifade etmişti;

‘Saygıdeğer efendiler, bu antlaşma(Lozan), Türk Milleti’ne karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış Büyük Suikast’ın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir’

Bu ifade üzerinden giderek Türk Milletinin varlığına kasteden ve yüzyıllardır planlanmış büyük suikastın Türk Ordusunun büyük zaferiyle taçlanan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurulmakla sonuçsuz bırakılmış olduğunu söyleyebiliriz. 

Gazi Paşa’nın her bir kelimesini özenle seçerek kurduğu bu cümlede yer alan kavramlar gelecek nesiller için gözardı edilemeyecek mesajlar da içeriyor.

Bu mesajlar bir şifre olarak kabul edilirse eğer, anahtar kelimeler şöyle sıralanıyor; Türk milleti, yüzyıllardır, büyük suikast ve Sevr.

Gazi Paşa’nın özellikle Osmanlı yerine ‘Türk milleti’ kavramının öne çıkarışından, Türkiye Cumhuriyetinde aslolanın Türk olduğunu ve Osmanlı’nın ise  binlerce yıllık Türk tarihi içinde kimi zaman altın harflerle yazılmış bir sayfa olduğunu görüyoruz.

Burada geçen ‘Türk’ ifadesini bugünlerde dillendirildiği gibi bir ‘ırkçılık’ ögesi değil ortak yaşam,ortak kültür ve medeniyetten doğan bir değer olarak anlamalı.

Gazi Paşa  bu değeri ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ şeklinde çerçeveleyerek yine bugün Usta’nın sıkça kullandığı ‘Kürt Laz Çerkes Arap Boşnak…’ gibi etnik kimliklerin aslında Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı olduğunu ve bu halka binlerce yıllık  hakim güç  eklendiğinde Türk milletini oluşturduğunu vurguluyor. 

Bu noktada yazılı tarih bize güç veriyor ve bu gücün adı  ‘Türk’ oluyor.

Bu doğal olmalı çünkü son bin yılda bu topraklarda tarihi yapan Türk yazan Türk.

‘Efendim savaşlarda biz de Türk’e yardım etmiştik’ demekle aslolan güç karşısına dikilmek için bir bahane sunmuyor, anlamı da yok zaten. Çünkü sonrasında yapılan anayasa ile bu ortak güç teminat altına alınıyor ve  ‘Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür’ hükmüyle her etnik köken mezhep ve din sahiplerinin kanunlar önünde eşit olduğu anayal teminat altına giriyor.

‘Efendim eşitlik yok, inkar var’ demek bu eşitliğin var olmadığı anlamına da gelmiyor aksine bu durumda anayasa gereklerini yerine getirmeyen siyasi iktidarların devlet yönetiminde bir sorunu olduğunu açığa çıkarıyor.

Öyle ya anayasayı uygulamamak hiçbir gerekçeye dayandırılabilir mi?

Yeniden Gazi Paşa’nın  gelecek nesillere bir uyarı niteliğindeki mesajına döner isek…

Yine burada geçen ‘yüzyıllar’ deyişinden, Türk’ün varlığına karşı Anadolu’da çok uzun yıllar önce başlamış ve kelimenin tam anlamıyla bir suikast özelliği taşıyan sinsi ve  planlı bir savaşın olduğunu anlıyoruz.

Ve Gazi Paşa, bu sinsi savaşı sürdürenlerin Sevr ile hedeflerine ulaştıklarını sandıkları bir anda,  Türk’ün var oluş mücadelesiyle kazanılan Cumhuriyet’in bu suikasta son verdiğini vurguluyor  ve Lozan’ı Türk tarihi içindeki hak ettiği mevkiye böyle yerleştiriyor.

Türk Gençliğine bu mesajın veriliş tarihi: 1927.

Bu yıla bakılarak Türk Milletinin varlığına kastedenlerin,  Sevr’i kurgulayan İngilizlerle birlikte yüzyıllardır savaştığımız Ruslar olduğu söylenebilir.

 Ancak 1927’nin bu tablosunda Amerika ve İsrail yer almıyor.

Çünkü Ortadoğu’ya henüz ayak basmamışlar veTürk’ü hedef alan plan ve projeler de o tarihte henüz ortaya çıkmış değil.

Dolayısıyla Anadolu’da Türk milletinin varlığı ve bekasını korumayı hedeflemiş bir Türkiye’nin artık İngiliz ve Rusların yanı sıra Amerika ve İsrail’i de hesaba katması gerekiyor.

Hep birlikte görüyoruz işte bugün uluslararası ilişkiler açısından hiçbir sakınca duyulmaksınız açık açık Türk Milletini hedef alan planlar yapılıyor, projeler yapılıyor ve yeni haritalar artık duvarlara asılıyor.

 Bu da bize Fetö’yle birlikte siyasi ayağın işte bu ‘Büyük Suikast’ın bir parçası olduğunu düşündürüyor.

Sonuç olarak o günkü koşulların bize gösterdiği Sevr’in ana fikri şudur;

‘Doğu Anadolu’da kurulacak bir Ermenistan-Kürdistan gibi tampon devletlerle Anadolu’daki Türk varlığının Asya’dan fiziken koparılması.

Batı ve Güney Anadolu’nun Yunan, İtalyan ve Fransız hakimiyetine bırakılmasıyla Anadolu’daki Türk varlığının üç cepheden kuşatılması.

Ankara dolaylarına sıkıştırılmış ve kuşatılmış olan Türk Milleti’nin sonrasında yapılacak ileri bir harekatla tarihten silinerek Anadolu’nun ele geçirilmesi…’

Gelin şimdi buradan 1991 Körfez savaşına gidelim, düğüm noktasıydı bu demiştim. Özal’ın bu savaşta ABD’ye verdiği desteğe ve ‘Ben getirdim’ dediği Çekiç Güce gidelim. Bir bakın bakalım daha o yıllarda neler oluyormuş.

Uğur Mumcu anlatıyor;

‘Çekiç Güç’ün Kuzey Irak’ta doğan otorite boşluğunu doldurmak, bölge halkını Saddam’ın kıyımından korumak ve caydırıcı bir güç olarak kullanılmak için oluşturulduğu ileri sürülüyor. Bu amaç, insancıl gerekçelere dayanıyor.

Saddam’ın Kürt halkına yönelik Halepçe kıyımı da anımsanırsa, bu gerekçelere hak vermemek kolay değildir.  Madalyonun bir yüzü böyledir.

Bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım: Madalyonun öbür yüzünde Çekiç Güç’ün asıl amacı görülüyor. Bu amaç bölgede ABD korumacılığı altında bir Özerk Kürt Devleti kurmaktır. Bölgede batı devletlerinin koruması altında bir Kürt devleti kurulması 1’nci Dünya Savaşından bu yana gündemdedir! 

Batı destekli Kürt devleti kurma planı, Kurtuluş Savaşı ile bozuldu. Kürtlere batı desteğinde devlet kurma planları 1970’li yılarda da uygulanmak istedi. Başkan Carter döneminde Molla Mustafa Barzani, ABD tarafından para ve silah yardımlarıyla desteklendi. Ancak Barzani, Amerikan korumacılığındaki ayaklanmayı başlatamadı.

Kürtler açısından 1920’lerde Londra, San Remo ve Sevr Anlaşmalarına konu olan ve 1970’li yılların ortasında da Amerikan desteği ile canlanan Özerk Kürt Devleti 1990’larda Çekiç Güç aracılığıyla kurulmuş bulunuyor!

Çekiç Güç, ABD için çekiç, Türkiye ise bu çekicin örsü oluyor!’[2]

Mumcu’nun bunu yazıp söylediği yıllar 90’lı yıllar.

Şimdi yıl kaç? 2019.

Yani aradan geçmiş koca bir 30 yıl, kimse hiçbir şey görmemiş ama ne zaman ki Barzani bağımsızlık referandumu yapmış, o zaman akıllar başa gelmiş ve Usta çıkmış ‘Bu Türkiye’ye ihanettir’ demiş öyle mi?

Uğur Mumcu ‘Özerk Kürt Devleti kuracaklar’ dediğinde Barzani daha özerk olmamıştı ki… Körfez savaşı bittikten sonra özerk oldu. 

Peki bu özerk Barzani ne zaman Federe oldu? 2003.

Yani Usta’nın İkinci Körfez savaşında ABD’ye verdiği destek sonrası.

Peki bu Barzani ne zaman bağımsızlık referandumuna gitti? 2017.

Kim vardı iktidarda?  Usta.

Yani?..

Şimdi siz tıpkı Uğur Mumcu’nun dediği gibi istediğiniz kadar atıp tutun, istediğiniz kadar karşı çıkın, öfkelenin bağırın çağırın, bu neyi değiştirebilir ki?

Karşımızda fiili bir durum var, o da şu; Barzani bağımsızlık referandumu yapmıştır, halkın çoğunluğu bunu kabul etmiştir, bağımsızlık Barzani’nin artık cebindedir, uygun ortam geldiğinde bu bağımsızlık ilan edilecektir, geri dönüşü de yoktur.

Usta da sonunda söylemedi mi zaten ‘Bu Türkiye’ye ihanettir’ diye ama referandum yapıldıktan sonra.

İşte yüzyıllık eski defterler böyle açılıyor adım adım böyle işletiliyor. Bundan sonrasını artık tahmin etmek kolay…

Önce yeni anayasa.

Sonra ulusal kimliğimiz olan Türk’ün kaldırılarak çok etnisiteli yeni bir kimlik. Şimdiden sayıyorlar zaten 32 parçalı.

Derken yerel yönetimlere özerklik. Zaten Doğu ve Güneydoğu’da yerel yönetimler PKK’nın güdümünde ama anayasal teminat vermek lazım. Bu demektir ki PKK’ya özerklik.

Ardından da halk oylaması tıpkı Barzani’nin yaptığı gibi. 

Buna kehanet diyorsanız eğer değil, bu kehanet değil şu anki gidişat!..

Peki bu hep böyle mi gider?

Bilemiyorum, ben bir siyasetçi değilim. İşin gerçeği yazar da değilim. Koşullar beni emekli olmaya sürüklediğinde ilk size yazdım yaşadıklarımı, Şemdinli’de Sınır Aşmak. Siz sevdiniz ben yazdım, bugün geldim.  

Ömrümüzün terörle mücadele adına dağlarda geçtiğinden midir? Yoksa bu mücadele uğruna feda ettiğimiz canlar, çektiğimiz acılar ve bu arada maruz kaldığımız durmak bilmeyen soruşturmalar ya da yaşadıklarımızla Usta’nın siyasetin izlediği yol arasında gördüğüm derin uçurumdan doğan bir aldatılmışlık duygusu mudur?

 Nedir bilemiyorum ama Uğur Mumcu’nun gün ışığına çıkardığı ipuçları çok etkiledi beni, bırakamadım.

Gazi Paşa’nın Büyük Suikast ifadesini Nutuk’ta gördüğümde çok etkilendim. Yüzyıllardır Türk milletine karşı planlanmış suikast ifadesinin arka planında gelecek nesillere önemli bir mesajı ulaştırma arzusunun yattığını gördüm.

Bu öylesi tarihsel bir değere sahipti ki bir yanda Sevr’in gerçek yüzünü açığa çıkarıyor, diğer yanda Lozan’ın kıymetini gözler önüne serebiliyordu. 

Kurtuluş savaşımızla kazanılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kıymetini bu derin mesajın yüklendiği anlam içerisinde görememek mümkün değildi.

Gazi Paşa gelecek nesillere Türk tarihinin gücünü bu tek cümlede aktarmayı bilmişti. Tarihi derinliği olmayan bir ulusun varlığını ve bekasını sürdürebilme imkanı yoktur. Bu derinlik bir ulusun yaratılıştan beri süregelen savaşlara karşı gösterdiği direncin bir ölçüsüdür.

Türk tarihinin sahip olduğu tarihsel derinlik Türk Milletine yaşam gücü veriyor.

Bu güç nesilden nesile aktarılmakla gücüne güç katıyor.

Türk Ordusu ve Cumhuriyetini hedef almış olan kumpas soruşturmasına neden Ergenekon diye kod adı verildi?

Ergenekon Türk tarihin sembolüdür. Türk’ün gücünün simgesidir.

Bu pencereden bakıldığında, arkasında günümüz siyasi iktidarıyla birlikte ABD ve İsrail’in yer aldığına hiç şüphe olmayan bu tezgahla ulaşılmak istenen nihai hedefin ne olduğu apaçık ortadadır.

Yaşadığımız bu gerçekler Atatürk’ün Türk tarihine kaydettiği bu mesajla yan yana geldiğinde zaten omuzlarımıza yüklenmiş sorumluluğun ağırlığını bize hissettiriyor.

İşte tüm bunlar çok etkiledi beni.

Bir zamanlar ülkemizi hedef alan bu küresel projeye karşı silah mücadele etmiştim. 

Şimdi aynı suikastın, kılık değiştirmiş olarak karşımızda durduğunu görüyorum.

Ve geriye dönüp geriye baktığımda, bir insanın dayanma gücünü zorlayan onca olumsuzluklara karşı çabalamış olmama rağmen, bu suikastı etkisiz hale getirememiş olduğumuzu görüyorum.

Kendimi Cumhuriyeti kuran atalarımız huzurunda mahcup, gelecek nesillerimiz karşısında suçluluk duygusunu üzerimden atamıyorum.

Bu duyguların yüreğimde yarattığı büyük etki şahsıma yapılan onca kötülük ve bunun yakın çevreme yaşattığı olumsuz koşulları bir anda gözlerimin önünden siliveriyor. 

Toplumu olası tehdit ve tehlikeler konusunda zamanında haber edebilmek endişesi beni daha derin düşünmeye sevk ediyor.

Geleceğimizi aydınlatma gücüne sahip olduğunu düşündüğüm her ışığı ve bilgiyi sizlere ulaştırabilmek için çabalıyorum.

Böyle yaşadığımda huzur buluyorum. Çünkü biliyorum ki artık yalnız değilim.

Hep bir kuşak olacak. Koşullar ne denli ağır olursa olsun, Türkiye’ye karşı konumlanmış bu sinsi proje sahipleri hangi kılığa bürünürse bürünsün, Türk milletinin, devletinin ve yurdunun varlığı ve bekası için mücadele edenlerin hep olacağını düşünüyorum.

Ve bu düşüncelerin verdiği güçle Gazi Paşa’nın bize gösterdiği yolda hep bir adım ileri atabilme arzusunu yaşatabiliyorum…

Şimdi gelelim bugüne..

İsrail Filistin’e saldırıyor, daha önce de ABD üzerinden Irak’a saldırmıştı.

İsrail Gazze’de taş üstünde taş bırakmıyor, daha önce de ve halen yine ABD üzerinden Suriye’ye saldırmıştı, halen de saldırıyor, Şam’da taş üstünde taş kalmamış gibi.

Irak ve Suriye’deki saldırı ve katliamlara ses çıkarmamış bir siyasetin şimdi çıkıp da İsrail’e karşı söylem geliştirmesi akla pek yatmıyor. Çünkü Fislistin de Irak da Suriye de hep aynı plan ve projenin hedefleridir. Biz buna BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi diyoruz.

Ve bu menfur projenin düğüm noktası Kürdistan oluyorsa da işin aslı Sevr’de geçen Ermenistan olabileceği hiç akla gelmiyor.

Ve ben tüm bunları düşündükçe aklıma Barzani geliyor, hatırlayınız şimdi:

Tarih: 27 Eylül 2017. Yer: Beştepe/ Ankara.

Usta ‘2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde konuşuyor ve Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumuna ilişkin olarak ‘İhtimal vermiyorduk, yanılmışız’ diyordu.

Öfkeliydi, hiddetten yüzü kızarmış, bir yandan yumruğunu masaya vuruyor öte yanda işaret parmağını ileriye doğru uzatarak ‘senin canına okuyacağım’ dercesine sallıyordu.

Ben ise şaşkın, açmış gözlerimi izliyordum.

Şaşkınlıkla diyorum, doğrudur çünkü Usta’nın bu ‘ihanet’ çıkışından çok değil daha dört yıl öncesinde ‘Kürdistan lideri hoşgeldiniz’ deyip Barzani’yi kucaklayışı, ‘biriz beraberiz’ diyerek sarılışı gözlerimin önüne geldikçe…

Hatırlayınız Arınç’ın gözyaşlarını hatta Usta’nın çıktığı koltukla sahneye fırlayan Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses’in  attığı ‘Megri Megri’ çığlıklarını… ve hala kulaklarımız hala çınlıyor. 

Kitap:

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak’


[1]Dr. Bilal Şimşir, ‘Kürtçülük’, Cilt I  s. 18.

[2] Uğur Mumcu, ‘Türk Memet Nöbete’, s. 208. UM: AG Yayınları, 2006.

Başa dön tuşu