100. Yıl

19/20’nci Gün.. ‘Yine mi Yanıldık’

Şimdi tarih: 11 Şubat 2011.

 Ana haber bültenleri haykırıyor; ‘Paşalara tutuklama, 163 general, subay, astsubay sanık tutuklandı.

Vatan: ‘Şok tutuklama, Korgeneraller, Koramiraller, bir üst subaya teslim oluruz dedi.

Hürriyet: ‘Türk Milleti Ordusuna sahip çıkmak için meydanlarda.

İlk Kurşun: ‘Subaylar hep bir ağızdan Harbiye Marşını okudu, Haber Türk…

İşte Türk Ordusuna kurulan Fetö kumpasını ajanslar o tarihte böyle duyuruyordu Türkiye’de.

Sanki İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, kurtuluş savaşı verecek olan Türk Askeri tutuklanıyor, kumandanları gözaltına alınıyor ve hepsi Silivri’ye yargılanmaya gönderiliyordu tıpkı Malta’ya gönderilenler gibi. 

Türk Milleti kendi elleriyle besleyip büyüttüğü ordusunun bu hale düşürülmesiyle çok acı çekti, hepimiz çok acı çektik. Ve bugün kendi yaratılış destanın adıyla sırtından vurulan Türk ordusunun neden bu duruma düşürüldüğünü anlamaya çalışıyoruz.

Bu kumpas davasının kararı yıllar sonra daha yeni açıklandı. ‘Ergenekon diye bir terör örgütü yok’ dediler ama bu teselli vermiyor ki acı büyük!..

Hal bu iken Usta, 10 Mart 2015, Harp Akademileri Komutanlığı’nı ziyaret etti ve davayla ilgili ilk kez konuştu. Daha önce ‘savcısıyım’ dediği Kod Balyoz ve Ergenekon davaları için ‘Kumpasa hep birlikte maruz kaldık’ dedi.

 Terör örgütü lideri iddiasıyla tutuklanan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ için de ‘Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı’ diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Ama bu doğru değildi!..

Doğru değil çünkü kumpasa maruz kalan Türk Ordusuydu, Usta değil!..

Usta’nın içine çekildiği kumpas kod Ergenekon değil, Kod 17/25’ti. O da Zarrab’la tezgahlanan ‘İran’a karşı yaptırımları delmek meselesiydi ki nereden bakarsanız bakın çıkışını yolsuzluktan alan bir işti. 

Şimdi çıkmış yine diyorlar ki ‘yanılmışız, aldanmışız’, ama bu da doğru değil! 

Yani şimdi yedi yıl, tam yedi yıl Türk Ordusuna karşı yapılan kumpası seyret, sonra çık ‘yanılmışız de’, insan aklı gerçekten bu nedamete inanamıyor.

Öte yanda…

Soruşturmanın başlangıcından 2014 yılına kadar Adalet Bakanlığına, Hakimler Savcılar Kuruluna, TBMM Başkanlığına, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bizzat tarafımdan şikayetler yapıldı.

Oğuz Haksever’in NTV’de canlı yayın konuğu olduğumda, kumpas kuruyorlar diye haykırdım. ‘Ergenekon Gölgesinde İhaneti Yaşmak diye kitap dahi yazdım.

Peki ne oldu sonuç?

Zekeriya Öz hakkında soruşturma açılmasını engelledikleri yetmezmiş gibi, dilekçelerime cevap dahi vermediler. Buna karşılık yedi yıl Zekeriya Öz tarafından, dört yıl da bu siyasetin dizayn ettiği hukuk tarafından hakkımda soruşturma yapmayı ihmal etmediler.

Daha yeni bitti bu soruşturmalar. Şimdi bir yazı göndermişler, ‘senin bir suçun yok’ demişler. Benim suçum yoksa asıl suçlu kimdi?

Bu kumpas davasında kimler yargılanmadı ki;

‘Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, emekli Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, emekli 1. Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, gazeteciler Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, İlhan Selçuk, İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu yargılanan yüzlerce kişiden bazıları.

Neler yapılmadı ki;

100 binden fazla telefon izlendi. 60 bin telefon dinlendi. Üç bin kişi hakkında takip yapıldı. Bin 360 kişi ifade verdi. 588 kişi tutuklandı. Yedi sanık ifadesini veremeden yaşamını yitirdi. Yedi sanık kansere yakalandı. Toplam sayfa sayısı 17 bini aşan 19 iddianame hazırlandı. Davada 44 gizli tanık, kimisi de eski terörist, ifade verdi.

Kimler konuşmadı ki;

 Daha iddianamenin verildiği birinci gün o dönem Başbakanlık koltuğunda oturan Usta, ‘Bu davanın savcısıyım’ demiş ve ‘Millet adına hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım’ diyerek ‘millet adına hak arayan bir ‘savcı’ olduğunu söylemişti.

Kimler yazmadı ki;

Bir dönem AKP milletvekili olan Şamil Tayyar gazeteci sıfatıyla Ergenekon üzerine kitaplar yazmış, Ergenekon’un masaya yatırıldığı tartışma programlarının vazgeçilmez konuklarından birisi olmuştu.

Yine Tayyar gibi Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı da Ergenekon konusunda bilirkişi kesilmiş ve program program gezmişti .

Tüm bunlar neyi gösterir?

Tüm bunlar alt alta sıralandığında bu kumpas soruşturmasına siyasi iktidarın verdiği desteği ve bu desteğin medya üzerinden örgütlü olarak işletildiğini olduğunu gösterir.

Aynı zamanda Türk Ordusuyla siyasi iktidar arasında henüz gerçek nedeni bilinmeyen bir hesaplaşma olduğuna işaret eder.

Peki bu neyin hesaplaşmasıydı?

Bunu şimdilik bilen söylemiyor. Çünkü tüm suçlamalar düştüğüne göre, işi bilenler de hala bu düğümü çözebilecek cümleler kurmadığına göre, Türk Ordusuna kurulan bu kumpasın neden yapılmış olduğu hala bir sır olarak millet hafızasına uyuyor.

Şimdilik dava bitmiş gibi görünüyor ama süreç öyle gitmiyor. Bu da insanı yeni bir endişeye sürüklüyor.

Bunu Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un dava konusunda yaptığı açıklamalarda görebiliyoruz…

 Tolon Paşa,  Habertürk’ten Serdar Kulaksız’a bir açıklama yaptı, ‘hedef Türk Ordusuydu’ dedi. Dedi ama ‘Türk Ordusu neden hedef seçilmişti’, buna bir gerekçe göstermedi.

Öte yanda siyaset neden bu kumpasa destek vermişti?

Bu konuya da değinmedi. Her ne kadar sözlerinin devamında ‘Atatürkçü değerlere sımsıkı sarılmış ülkesinin bölünmez bütünlüğü, ulusal birlik ve beraberliği için emperyalizme karşı şiddetle karşı çıkan insanlar olarak bizi tasfiye etmek istiyorlardı’ diyerek toplumun Cumhuriyet değerlerine gönülden bağlı belli bir kesiminin bertaraf edilmek istendiğini açıklamış olsa da, akıl kurcalayan sorular kendine bir cevap bulmadı.

Tolon Paşa neden bu soruları cevap bıraktı?

Bilemiyorum ama toplumun, Türk Ordusuna yapılan bu kötülüklerin altında sadece ‘bir grup subayı tasfiye etmek’ niyetinin yattığına inanmadığını, gerçek ne olursa olsun, ortaya çıkmasını istediğine eminim.

İsterseniz konu açılmışken Tolon’un açıklamaları üzerinde biraz duralım. Kumpasa düşürülmüş bir general bu davayı nasıl görüyor, daha yakından bakalım….

Hurşit Tolon’un dikkat çekici tespitleri var.

Öne çıkardığı şu ifadesiyle ‘Ergenekon adı altında kurgulanmış, tasarlanmış ona göre planlanıp, bu işi yürütecek elemanları seçilmiş. Bir savcı bulunmuş. Getirilmiş. Nerede şimdi bu savcı, firarda. Savcının paralelinde tutuklamaları gerçekleştirmek için iki tane de hakim bulunmuş. Biri yoksa öbürü önüne getirilen herkesi tutukluyor…’

Başta davaya verilen kod adı olmak üzere yargının özellikle seçilmiş olduğuna vurgu yapıyor. Yerinde bir vurgu bu.

Her şeyden önce adli soruşturmalar kod adı almazdı ama bu davada aldı hem de Ergenekon.

Peki, terör örgütüyle Ergenekon yan yana gelince ne oldu?

Türk milletinin yaratılış destanının adı teröre bulaştırtılmakla, taşıdığı ‘Türk’ ulus devlet kimliği hafızalardan silinmeye çalışıldığını görüyoruz. Aslında bu davanın da ötesinde apayrı bir kurguydu.

Sorun isterseniz gençlerimize ‘Ergenekon’ deyince akıllarına ne geliyor, neyi çağrıştırıyor?

Yargının seçilmiş olmasına gelince… 

Tolon Paşa, hakimiyle savcısıyla tam bir tertip içine düşürüldüğü açıkladı ama bu yargıyı kim böyle dizayn etmişti, onu söylemedi. Gerçekten de reform diyerek kim dizayn etmişti bu yargıyı?

Bu ilk soru.

Hurşit Tolon belki de en önemli vurguyu, Türk Ordusuna terör örgütü kılıfının uydurulmaya çalışıldığını söyleyerek yaptı. ‘Danıştay cinayeti var. Cumhuriyet gazetesinin bombalanması meselesi var. O kadar kalsa iyi aslında daha büyüğü vardı bu olayında bağlayamadılar. Malatya’daki Zirve cinayetini de bununla bir araya getirip bağlamak istediler. Niye silahlı terör örgütü kisvesi kazandırmak için yapmak istediler’ diyerek, Türk Ordusuna silahlı terör örgütü kisvesinin giydirilmeye çalışıldığını söyledi.

 Peki bunu niye yaptılar?

Cevabı açık. Ceza Muhakemesi Kanunda yer alan ‘özel soruşturma usulünü’ uygulayabilmek için yaptılar yani dosyaya gizlilik, gizli tanıklar, arama el koyma yakalama gözaltı ve tutuklama gibi işlemleri olağanüstü yetkilerle uygulayabilmek için.

Peki bu kanunu kim çıkarmıştı?

Bu da ikinci soru olarak şimdilik dursun.

Ve Tolon Paşa, aşağıdaki sözlerle kod Ergenekon kumpasıyla 15 Temmuz kalkışması arasında ilk kez bir bağ kuran askeri şahsiyet oldu;

  ‘Geçen bu sürecin içerisinde Fetö ve şürekası (ortakları) maatteessüf (üzülerek söylüyorum) 15 Temmuz iğrenç kalkışmasını, kanlı kalkışmasını Türkiye’nin başına getirdi. Bir darbe teşebbüsünde bulundular. Ne kadar lanetlenseler ne kadar suçlansalar bana göre azdır’

Böylece dava sürecinin kalkışmayı tetiklediğini öne sürdü. Haklıydı hem de yerden göğe kadar haklı.

Haklı ama karşımıza yine ‘neden’ sorusu çıkıyor. 

‘Neden Türk Ordusu hedef seçildi?

Aynı sürecin bir devamı olarak ‘neden bu kalkışma yapıldı’ diyen peş peşe sorular hala cevabını arıyor. ‘Aralarındaki bağ neydi’ meselesi ise konumuzun düğüm noktası oluyor.

Tolon Paşa sözlerinin sonunda ‘FETÖ’ye karşı mücadelenin bittiğini düşünmediğini de’ söyledi. 

Yani mesele üç beş kişinin bulunarak siyasi ayağın yargılanıyor olmasıyla da bu iş bitmeyecek, bunun devamı gelecekti.

 İki soru sormuş ve burada şimdilik dursun, demiştim. Cevabı hepimiz biliyoruz zaten. Yargı reformunu yapan da, bu kanunu çıkartan da Usta’nın iktidardaki partisiydi.

 İşin aslı Hurşit Tolon Paşa’nın ‘Bu yapan Fetö’dür’ demesiyle iş bitmiş olmuyor. Artık sessizliğini bozup kendisi gibi binlerce mağduriyetin asıl kaynağında mevcut siyasi iktidarın olduğunu artık düşünmesi ve söylemesi gerekiyor, toplumu bilgilendirmek adına.

Tüm bu açıklamalar masaya serildiğinde iki düğüm noktası görüyoruz; Biri Türk Ordusuna terör örgütü kisvesinin giydirilmek istenmesi, diğeri de bu giydirilemeyince kalkışmanın yapılması.

Belki işin can alıcı noktası bu olmalı.

 İlkinde eksik kalan ikincisinde tamamlandı. Silahlar kullanıldı ve Türk Ordusunun komuta kademesi terör örgütü yöneticileri olduruldu.

 Yani böylece Kod Ergenekon’la başlanan kumpas 15 Temmuz’da hedefine ulaştı. Orduda büyük bir tasfiye var şu anda.

Tolon Paşa’nın açtığı bu pencereden bakıldığında, Türk Ordusu ve devletin anayasal düzenini hedef almış, Fetö’nün de bir parçası olduğu küresel projenin açığa çıkarılmasının ne denli bir önem taşıdığını görebiliyoruz.

Şimdi Fahreddin Paşa’dan başlayarak alın tüm bu anlatılanları. Gelin Kod Ergenekon kumpasına, bakın ekranlara ne görüyorsunuz?

Ve kendinizi bir an için de olsa bizim yerimize koyunuz…

Gençliğiniz dağlarda geçmiş, terörle mücadele ile. Yanınızda görev yapmış binlerce vatan evladı, uzmanlar, astsubaylar, subaylar, köyleriniz, köylüleriniz hep birlikte mücadele etmişsiniz teröre karşı. Sadece asker değil, polisi var, öğretmeni var, ebesi var, hemşiresi doktoru var. Onların aileleri var.

 Yan yana getirseniz milyonlarca insan eder bu, acı çekmiş, zorluğa katlanmış, sıkıntı çekmiş. Buna yandığımız yok!

Yüreğimiz rahat bizim geçen yıllarımızdan, pişmanlığımız da yok, olamaz, olmayacaktır da. Şehit verdik, hepimiz birden ‘vatan sağolsun’ dedik. Gazi olduk, hepimiz birden ‘Türk Milleti sağolsun’ dedik.

 Acılarımızı yüreğimize gömdük biz, gözyaşı dökme lüksümüz bile olmadı bizim!

Peki ya şimdi?

Bakın şu ekranlara. Teröristler olmuş ihbarcı gizli tanık, caniler olmuş akademisyen, katiller olmuş sanki halk kahramanı!

Bakın işte, 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine 48 saat kala İmralı’da yatan teröristbaşının mektubu ‘Kamuoyuna Duyuru’ denilerek Anadolu Ajansı tarafından servis edilmedi mi?

 Mektuba aracı olan sözüm ona bir akademisyen ekranlara çıkıp bu katil için ‘yerli ve millidir’ demedi mi?

Bu yetmezmiş gibi 92’de bizzat benim komuta ettiğim Şemdinli hudut taburunun Alan, Aktütün ve Derecik karakollarına saldıran Osman Öcalan TRT Kürdi ekranlarında canlı yayına çıkarılmadı mı?

Bu terörist 74 askerimizin katili değil miydi?

İşin bir başka acısı…

Ben size bu satırları yazarken, Usta Japonya’ya resmi seyahate çıkıyor ve TRT’ye çıkarılan o katil için ‘Ben bu kişinin kırmızı bültenle arandığını bilmiyorum’ diyordu. Bu kişi derken de başına ‘terörist katil’ gibi hak ettiği sıfatları hiç eklemiyordu.

 Havalimanında aynen şunları söyledi;

‘Doğrusu ben Osman Öcalan’ın kırmızı bültenle arandığını bilmiyorum. Ancak TRT Kürdi’ye müracaat yapmışsa bunu da TRT’deki arkadaşlarım bilirler. Kürdi’yi kurduğumuzda kimse ‘neden kurdunuz’ demedi. TRT’yi yönetenler bütün hassasiyetleri göz önüne alarak adımlarını atarlar, Kürdi’nin reytingleri yükseltmeyi de düşünür. Ülkeye neyin nasıl faydalı olacağını da düşünür. Buna göre adım atmışlardır’

Usta’nın özetle ‘Bu kişi TRT’ye gelmiş konuşmuş, iyi de olmuş’ dediği Osman Öcalan’ın şehit ettiği 74 asker benim yanımda şehit düştü.

 Ve Usta bunu biliyordu çünkü bu konuşmasından iki gün önce Cumhurbaşkanlığına resmen şikayet yapılmıştı. CİMER’de kaydı var. Kaldı ki bu gerçek sadece bugünün gerçeği değildi ki… 

Tam on yıl oldu on yıl.

2008’de sizlerin huzuruna çıktığım Show Tv Siyaset Meydan programında açık açık her şeyi anlatmış ve ‘bu katil şehitlerimin katilidir, yakalayın yargılayın’ diye haykırmıştım ama demek duyan olmamış!

Şimdi düşünüyorum da bu katili TRT’ye çıkaranlar hakkında bir yargılama yok. Üstelik bu katil hakkında açılmış bir dava da yok ki hala ‘gel bakalım albayım ne biliyorsan anlat’ diyerek çağıran olmadı. Şu ana kadar ifademe dahi başvuran olmadı.

Hal böyle olunca kendi kendime diyorum ki bu gidişle bu Osman Öcalan bir siyasi parti kurar. Nasıl olsa Öcalan’a böyle bakan gözler kırmızı bültene de mutlaka bir çare bulur. Belki  ilk seçimlerde Meclis’e  girer, belki de Cumhurbaşkanı Yardımcısı olur, kim bilir? 

Yine bakınız ekranlara. Uzmanlara, hükümete, başbakana, cumhurbaşkanına, ifade şekillerine bir bakınız.

Küçümsüyorlar, en başta Türk Askerini!

Bakınız içinde asker geçen programlara ya cinayet ya ölüm ya darbe ya da işkence. Hep olumsuzluk çağrıştıran temalar ve her akşam tekrarlıyor. Sanki Türk ordusu bu ülkenin ordusu değil, sanki düşman ordusu gibi bir hava esiyor ortalıkta.

İşin garibi, önce yerden yere vuruyorlar, sonra çıkıyorlar meydanlara, ‘Efendim, varsa bir suçu, yargılansın’ diyorlar. Hatta ‘hukuka saygılıyız’ diyorlar ama karalama kampanyalarını da hiç eksik etmiyorlar. İnanınız hasret kaldık, ‘anlı şanlı bir Mehmetçik’ haberine hasret kaldık.

Son yıllarda bu hasreti hiç ekranlarda göremedik!

Ya hitap şekilleri?

Bir de hitap şekillerine bir bakınız. 

‘Siz yaptınız’ der gibi izleyenleri suçluyorlar yani bizleri. Meydan şu sıralar boş olduğu için insan ister istemez bir suçluluk psikolojisine kapılıyor. Sanki bu ülkede her şeyin sorumlusu askermiş gibi. 

Siz de rastlamışsınızdır ekranlarda sıkça görüntü veren bu kişilere ve ‘Kürtleri ötekileştirdiniz, ikinci sınıf insan yerine koydunuz, Kürtçe konuşmayı bile yasakladınız, haklarımızı vermediniz’ diyenlere. Sözleri öylesi öfke dolu ki sanırsınız bu tarih hep Türk-Kürt çatışmasıyla geçmiş ve hep Kürtler mağdur edilmiş! Bunların işi bu zaten, olayları olduğunun çok ötesinde göstererek bizi dehşete düşürmek!..

Bunların işi, masum yürekleri tedirgin etmek. Doğası gereği alınması gereken tedbirleri sanki çözüm yeteneğinden yoksun bir topluma anlatıyormuş gibi her kelimenin üstüne basa basa vurgulayarak şaşırtmak, akılları karıştırmak!..

Sonrası gelecek elbet; sindirmek ve korkutmak!

Hepsini alt alta sıraladığımızda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor.

Ortada bir sorun var ama bu sorun doğası ötesinde gösterilmeye çalışılıyor. Demokrasi ve insan haklarıyla değil aksine ilkel bir intikam duygusu ve öfkeyle ortaya çıkılıyor ve meydan okunuyor.

Ve tüm bunlar da ‘Kürt Sorunu’ var denilerek yapılıyor.

Kürt kimliği öne sürülüyor, terör, pusular, baskınlar, saldırılar da buna gerekçe gösteriliyor.

Yani ortada küresel aktörler yok, küresel oyunlar yok, Taşnakçı işbirlikçiler yok!

Sadece ve sadece bir Kürt sorunu var, başımıza gelenler de bundanmış.

Başımıza gelecekler de bundan olacak gibi bir hava esiyor ortalıkta.

Sonra bu havayı arkalarına alıyorlar sanki insan aklıyla alay edercesine ‘Türk ulus devlet kimliği’ anayasadan çıkarılırsa bu sorun çözülüyor diyorlar.  

Durum bu.

Kitap:

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak/2019

Başa dön tuşu