Yazar

13. Gün.. ‘Nehri’nin Seyitleri’

Çıkış Noktası: ‘Nehri’..

Tarihe meraklı olanlarımız mutlaka bilir, Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp da Bektaşilik yasaklandığı zaman yerini dolduracak yeni bir dini akım zaten hazırdı, Halidilik.

Bu tarikatın çıkış noktası Kuzey Irak coğrafyasıydı; tarihsel süreci İsrailoğullarının Babil sürgünlerine ve Yahudi din eğitim ve öğretim kurumlarının merkez üssü olarak kabul gören Kuzey Irak coğrafyasına dayanıyordu.

Bu tarikat, Nakşibendiliğin Halidiye koluydu hani Cübbeli Ahmet’in ‘ Ali Haydar Efendi hazretlerinden işittim. Yarın Ahiret’te kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam dese ki ‘ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım’ dese bırakırlar’ dediği ve dediğine göre de sorgusuz sualsiz cennete gidecekleri varsayılanların bağlı olduğu kol.

Tarikatın bu coğrafyada doğuşu, inanılmaz bir hızla Anadolu’ya yayılışı ve ardından Osmanlı Saray’ına girişi dikkate alındığında, karşımıza kurucusu Şeyh Halid çıkıyor.

Altın Silsile kitabının yazarı Muhammed Nakşibendi bize Şeyh Halid’ şöyle tanıtıyor;

‘Halid, Osmanlı yönetiminde, Musul vilayetine bağlı Baban Emirliği’nin bir köyü olan Karadağ’da doğdu. Mezhep olarak Şafii; tarikat ve meşrep olarak ise Nakşibendi’dir. Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolunun kurucusudur.

Bu süreç, Hindistan’a gidip Nakşibendi Şeyhi Abdullah Dehlevi’den icazet almasıyla başlamış, önce Irak kuzeyine, ardından Anadolu ve bölge coğrafyasına yayılmıştır.  Nakşibendi alimlerinin yazdıkları silsilede ki ‘Altın Silsile’ olarak tanınır. Mevlana Halid-i Bağdadi üçüncü silsilenin 30’ncu ve son sırasında yer alır.’ 

Resmi çizilen dini yapı Anadolu’da bilinen Türk Nakşibendi Tarikatı değil, Kadiri, Ciştiye, Sühverdi, Kübrevi gibi tarikatların birleşiminden doğmuş apayrı bir inanç biçimiydi.

Şeyh Halid aynı zamanda bu yeni din akımının ‘Halifeler Halifesiydi’, bu makamı da Abdullah Dıhlevi’nin yazdığı şu icazetle almıştı:

 ‘Besmele, hamdele ve salveleden sonra bu fakir Abdullah Dihlevi en-Nakşibendi el-Müceddidi(Allah O’nu affetsin) der ki; İrşad dairesinin kutbu, din ulemasının serdarı ve hakka’lyakıni talep edenlerin yeganesi olan Hz. Mevlana Halid, memleketinden yüce Nakşibendi tarikatı için, bu fakirin yanına geldi…

Bundan sonra taliplerin terbiyesine seçilmiş biri olarak kendisine halifelik icazeti verdim. Yine Kadiriyye, Çiştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye gibi tarikatlarından da icazet verdim.

Bu tarikatlarda onun eli benim elimdir ve o benim vekilimdir. Benim pirlerimin halifesidir. Onun razı olduğu şey bizim razı olduğumuz şeydir. Ona muhalefet eden bize muhalefet etmiştir. Cenab-ı Hak’tan bizim ve tüm kardeşlerimiz için afiyetlerinin devamını niyaz ederim.’ 

Şimdi konuyu açalım…

Bilindiği gibi ilk büyük harbin sonunda Mondros ateşkes anlaşması imzalanmış, böylece savaş geçici olarak durdurulmuş ve 1 Kasım 1918’te Musul İngilizler tarafından işgal edilmişti.

Bölgede İngilizler adına yönetimi işletecek işbirlikçiler aranıyordu. Nasıl ki bir siyasi proje olarak ‘Ermenistan- Kürdistan’ çiftlemesi Londra toplantısında ilk kez ortaya çıkmış ise, bu projeye uygulama alanı olarak Kuzey Irak coğrafyasının seçilmesi de bir ‘ilk’ oldu.

Bugün Usta’nın öfkeyle hiddetle dile getirip Türkiye’ye ihanet olarak tanımladığı bağımsız Kürdistan devletine giden yolun ilk adımı işte burada atıldı.

Bu tarihsel süreçte Irak kuzeyinde iki güçlü aile vardı; Berzenci ve Sadate Nehri. 

İngilizler tercihini Berznci’den yana kullandı ve ‘Kürdistan Yöneticisi’ olarak yerel yönetimin başına getirildi.

Bu da bir ilkti; bu coğrafyada İngiliz işgali altında yaşayan insanlar ilk kez ’Kürdistan adıyla ve yerli bir isim üzerinden İngiliz yönetimine bağlanıyordu.

Belki bu noktada ‘neler yaptı bu Berzenci’ sorusuyla hemen açılmak gerekiyor ama biz öyle yapmayacağız, Sadate Nehri üzerinden gideceğiz çünkü kilit isim o.  Türkiye’de PKK terör örgütünün siyasi kanadı dahi ‘Kürdistan Krallığımız bile vardı’ diyerek dikkati bu Şeyh Mahmud üzerine çekiyor olsa da kilit isim Berzenci değil.

Hollandalı sosyolog Martin Van Bruinessen’in yaptığı araştırmaları ‘Ağa, Şeyh, Devlet’ ismiyle kitaplaştırdığını biliyoruz.  Böylece tarikatın pek çok bilinmeyeni açığa çıkmış, o da bu bilinmeyenlerin başına ‘Sadate Nehri’yi yerleştirmişti tıpkı Uğur Mumcu gibi. 

Kimdi bu Sadate Nehri?

Türkiye Sadate Nehri’yi bilmiyor, tanımıyor gibi görünüyor olsa da aslına Türkiye biliyor. Burada bir isim oyunu var. Sadate Nehri dedikleri Seyit Taha, oğlu Seyit Abdulkadir Şeyh Said isyancısı dolayısıyla Türkiye biliyor, Sadate Nehri.

Nehri, Şemdinli Bağlar köyünün eski adı.

Sadat, peygamber soyundan gelenler için kullanılan bir ifade, ikisi bir araya gelince, Nehri’nin seyitleri gibi bir anlam taşıyor.

Seyit Taha bu ailenin sembol ismi.

Oğlu Ubeydullah, 1880’de, Osmanlı’ya ilk isyanı çıkaran Nakşibendi şeyhi. Bir dönem Irak Cumhurbaşkanlığı yapmış Talabani de bu aileden.

Tarihçi yazar Ayşe Hür hepsini aynı kazana atıp çıkan sonucu Nakşibendi Tarikatına bağlıyor;

 ‘Şeyh Ubeydullah Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlıydı. Sadate Nehri Ailesi’nin şeyhliği ise aynen adı gibi soydan değil, Musul civarında yaşayan bir Kadiri şeyhinden bir zamanlar alındığı iddia edilen icazetten geliyordu. Günümüzde Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani bu ailenin üyesidir.’

İster Seyit Taha ister Talabani’nin izinden yola çıkarsanız ki her ikisi de aynı aileden, karşımıza Şemdinli geliyor hani PKK terör örgününün 1984’te ilk saldırıyı yaptığı ilçemiz.

Sanıldığı gibi Kürt olmayan bu kişiler Irak’tan gelmiş burada çok arazi almışlar. 1963 yılında bölgede yedek subay veteriner hekim olarak görev yapan Muzaffer İlhan Erdost anılarında bunu anlatıyor. 

Erdost bu Talabani ailesinin neredeyse Şemdinli’nin tamamına sahip olduğunu söylüyor;

‘Şemdinli topraklarının büyük bir kısmı Sadate Nehri ailesinindi. Bunun dışında Yüksekova’da birkaç köy, İran’ın Rızaiye iline bağlı Mergever bölgesinin yarısı, Tergever bölgesinin dörtte biri, gene Irak’ta Bradost bölgesinde dört köy, İran’da İşno ilçesinde Şeyhan köyü, Irak’ta Revandız ilçesinin Piresinya bölgesi ve Batas köyü, Suudi Arabistan’da Medine’de bazı tarlalar, bu ailenin mülkiyetindeydi.’

Bugün dahi adı terör etrafını kuşatan terör inleri ve meydana gelen terör olaylarıyla gündem düşmeyen Şemdinli’de, kökleri Irak’ta olan bu aile ‘neden bu kadar çok toprak almıştı’ sorusu aklımızın bir köşesinde dursun, biz Seyit Taha üzerinden yolumuza devam edelim…

Seyit Taha konumuzun düğüm noktası.

Bu isim tarihten günümüze taşıdığı önemi hiç kaybetmedi. İngilizlerin Kürdistan Yönetici ilan ettiği Berzenci de onun akrabasıydı.

Durum böylesine büyük önem arz ederken, nedense ekranlar Seyit Taha’yı görmekten hep kaçındı. Bu kitaba konu ettiğimiz yönleriyle hiç yazılmadı.

 Oysaki tarikatın büyük halifesiydi, silsilesi İstanbul’da İsmailağa Cemaatine, İskenderpaşa’ya kadar uzanıyordu. Öte yanda oğlu Şeyh Ubeydullah, Osmanlı’ya ilk isyanı çıkartan Nakşibendi şeyhiydi (1880,Şemdinli).

Torunu Seyit Abdulkadir Şeyh Said isyanının tertipçisiydi(1925, Diyarbakır) ve bir torunu Şemdinli’de benim  de komuta etmekle şeref duyduğum hudut taburuna saldıran ve subaylarını katleden Şeyh Abdullah’tı(1925,Şemdinli).

Seyit Taha üzerinden bu konular neden açılmadı, neden bu yolla Talabani’ye ulaşılmadı, neden ayrılıkçı Kürtçü siyaset ve bu siyaseti güdenler bu bakışla masaya yatırılmadı, bilemiyorum.

Arkasında Cübbeli’nin tarikatı olduğu için mi yoksa işin ucu Saray’a ulaştığı için mi? Birlikte göreceğiz…

Kökleri Irak’ta olan bu ailenin Türkiye’ye çıkış noktası Şemdinli’dir. Bu tarikat Irak kuzeyinde Barzaniler, Anadolu’da ise Seyit Taha üzerinde geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. 

Kısaca gördüğümüz gibi Bitlis yöresinde Sıbgatullah Arvasi, Taha’nın halifesidir. Bediüzzaman Said Nursi bu tekkede yetişmiştir. Tarikatın Palu halifesi Şeyh Said’dir.

Anadolu örgütlenmesine bakıldığında ise görülen manzaranın ucu bucağı yoktur;

 İstanbul’da  Ervadi, Gümüşhanevi ve Abdulaziz Bekkine;

Hakkari bölgesinde Seyit Taha; Bitlis’te Arvasi;

Amasya ve çevresinde İsmail Şirvani, Fevzi Molla, Hamza Nigari;

Karadeniz’de Ahmed Diyauddin Gümüşhanevi;

Kastamonu ve civarında Ahmed Siyahi;

Urfa ve civarında Muhammed Hafız Ruhavi;

İç Anadolu, Konya, Akdeniz ve Kırım bölgelerinde Muhammed Kudsi;

Erzurum, Erzincan, Kudüs ve Mekke’de Abdullah Mekki ve de Kıbrıs’ta Şeyh Nazımi’nin tarikatın yayılmasında önemli rol oynadığı görülüyor.

Bu Şeyh Nazımi, yeraltı dünyasından Sedat Peker’in 2014 yılında mezarına yaptığı ziyaretle gündeme düşen Şeyh Nazım Kıbrısi’dir.

Türkiye’de ilk türbanlı vekil ve şimdi Kuala Lumpur Büyükelçisi olan Merve Kavakçı’nın elini öptüğü bu şeyhin İngiliz ajanı olduğu emekli Amiral Türker Ertürk tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.

Durum bu.

Akıl sınırlarını zorlayan bu dini örgütlenmenin Şeyh Halid ve halifeler silsilesi üzerinden zincirleme gittiğini görüyoruz.

Bunun Anadolu ayağı Seyit Taha, Kuzey Irak ayağı Şeyh Barzani ve Şeyh Talabani.

Bu da bize Seyit Taha’nın öne çıkışının bir tesadüf değil, coğrafyası, etnik kimliği ve dinsel bağlarıyla seçilmiş bir şahsiyet olduğunu gösteriyor.

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı Yazar

Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak

Erdal SARIZEYBEK

Emekli Albay, araştırmacı yazar. Terör ve siyaset üzerine yayımlanmış 16 eseri bulunmaktadır.
Başa dön tuşu