11. Gün.. ‘Uğur Mumcu Anlatıyor’

Teo-stratejik Çıkış..
Demiştim, Türkiye Halidi Nakşi Tarikatını tanımıyor hem bu konuda yazılı kaynakların oldukça sınırlı oluşu hem de işi bilenlerin meseleyi magazinleştirmesi ya da işin içyüzünü anlatmayışı yüzünden asıl konuşulması gereken konular gölgede kalıyor, diye.
Bir giriş olarak biz her şeyin,1949 yılında, Türkiye ile ABD arasında imzalanan ‘Eğitim İşbirliği Anlaşması’yla başladığını söyleyebiliriz.
Bu anlaşmayla Ankara’da bir eğitim komisyonu kuruldu, başkanlığına ABD’nin Ankara Büyükelçisi getirildi. Siz ne söylerseniz söyleyin, ‘Başkan’ o olduğu için milli eğitim ve öğretim ABD’nin eline teslim edilmiş oldu.
Böyle başlayan süreç Fetö’nün şimdi hedef aldığı Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluş değerlerinden uzaklaştırdı. Aydınlanmanın kaynağı olan Köy Eğitmen Kursları, Halkevleri ve bir dünya projesi olan Köy Enstitüleri kapatıldı. Doğu ve Güneydoğu’da toprak reformundan vazgeçildi, düşününüz bu reform hala yapılamadı.
Şimdi söyleyeceğim size belki daha güçlü bir fikir verebilir, bu süreçle İsrail’in kuruluş süreci eşzamanlı gelişen tarihi bir dönüm noktasıdır. Çünkü o yıllarda Cumhuriyete kuruluş değerlerinin aksine yön veren rüzgar ile İsrail’i kuran rüzgar aynı istikametten esiyordu.
Cumhuriyet okulları kapatıldı, peki yerini kim aldı?
1925 Şeyh Said isyanı sonrasında kapatılan tekkeler dergahlar cemaat ve tarikatlar yeniden açıldı, ilk açılan da Gümüşhanevi Nakşi tekkesi oldu. Tabii burada tarikat deyince hemen aklınıza Cübbeli gelmemeli, bırakın o denizde yüze dursun, burada birbirini halife atayıp zincirleme büyüyen ve din üzerinden gittiği için teo-tratejik bir güç odağına dönüşen bir yapıdan bahsediyoruz. Zaten isimler bir bir ortaya çıkmaya başladığında bu işin onun boyunu fersah fersah aştığı görülecektir.
Tarikatın güç kazanmaya başladığı o yıllarda Bitlis yöresinde en etkili isim Sıbgatullah Arvasi’ydi ve Seyit Taha’nın halifesiydi.
Bediüzzaman Said Nursi de Arvasi tekkesinde yetişti. Fetö’nün elebaşı Fettullah Gülen’in Said-i Nursi’ye dayandığı, Said-i Nursi’yi yetiştirenin de Seyit Taha’nın halifeleri olduğu düşünüldüğünde, buna bir de Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi Işık da eklendiğinde artık gerisini siz hayal edin.
İstanbul’ da ilk açılan Gümüşhanevi tekkesi demiştim, buradan İskenderpaşa ve İsmailağa cemaatlerine giden yol açıldı; üniversite öğrencilerine el atıldı, bürokratlar akademisyenler ve siyasetçiler yetiştirildi.
İlk mezunları kimdi biliyor musunuz? Özal biraderler…
Ardından derneklere, vakıflara geçildi. 11 Ekim 1951’de, İlim Yayma Cemiyeti kuruldu. Özal biraderler yine baştaydı, işte kurucuları;
‘Turgut ve Korkut Özal, Muammer, Sabahattin, Abidin, Mustafa ve Eymen Topbaş, Yusuf Türel, Prof. Ayhan Songar, Prof. Nevzat Yalçıntaş, Mehmet Aydın, Prof. Salih Tuğ, ve sanayici İbrahim Bodur.’
Bu aynı zamanda tarikat-ticaret-siyaset üçlemesinin doğuşu oldu. Uğur Mumcu anlatıyor;
‘Faizsiz bankalar, bu bankaların kurucuları, bu banka kuruluşlarının siyasal etkinlikleri ve bu finans kurumlarına ayrıcalıklar… İlim Yayma Cemiyeti ve Aydınlar Ocağı’ndan gelip Suudi ortaklıklarıyla güçlenen, gün geçtikçe büyüyen bir para imparatorluğu’ …
Tarikatın siyaset cephesine gelince…
Milli Nizam Partisi, 1970 yılında kuruldu. Genel Başkanı Necmettin Erbakan’dı ve arkasında sadece Milli Gençlik yoktu, Gümüşhanevi Dergahı da vardı.
Usta o günlerde 15 yaşındaydı, dergahın merkezi sayılan Fatih’teki İskender Paşa Camii’ne gidip sohbetlere katılıyordu, sık gidemiyordu çünkü sohbetler öğleden sonraydı, genelde bu saatlerde Camialtıspor’un maçlarına gitmek zorunda kalıyordu, malzemecinin yardımcısıydı. Usta, Halidi Nakşibendi İskender Paşa Camii’nin müridiydi, aynı semtteki Nakşibendi İsmailağa Camii müritleri gibi sakal bırakmadı, şalvar, cüppe giymedi. Kravata karşı değildi, parti toplantılarında takım elbise giymeye özen gösteriyordu. Kıyafet konusunda örnek aldığı kişi, MSP lideri Erbakan’dı.’
Türkiye işte böylesi bir süreçte ortaya çıkan ‘Rabıta’yı yine Uğur Mumcu’nun kaleminden öğrendi. Bu çerçevede Rabıta’yı, Türkiye’nin bugününe ışık tutabilecek güçlü bir başyapıt olarak hak ettiği yere koymak gerekiyor. Burada karşılaşacak isimlerin de tesadüfen rastlanılmış kişiler değil günümüz siyasetini şekillendiren hatta ona yön veren seçilmiş isimler olduğunu görmek gerekiyor.
Yine İsrail’in kuruluşunu takip eden bu süreçte ortaya çıkan Suudi sermayesinin de bugün Ortadoğu’da oynanan oyunların kilit taşı olduğunu bilmek gerekiyor.
Zaten Ortadoğu’da her şey İsrail’in kuruluşuyla başlıyor, Arap-İsrail savaşlarıyla gelişiyor. Derken iş Müslüman-Yahudi din savaşı riskini sürükleyince düğümleniyor. Bu noktada süreç, İsrail’in kendini çevreleyen Araplara karşı müttefik arayışıyla kendine bir yön veriyor ve zincirleme giden olaylar coğrafyayı bugünlere sürüklüyor.
İşte Suudiler böylesi bir süreçte Türkiye’yi hedef seçmiş ve teo-stratejik bir açılımla Cumhuriyet Türkiye’sine adeta üşüştüler.
Dolaşan Arap’ın takkesi değil, Uğur Mumcu’nun deyişiyle zemzem kuyusundan çıkmış yeşil Amerikan dolarıydı. Suudiler sadece imamların maaşını ödemekle kalmamış aynı zamanda dini cemaatlere sızmışlardı.
Bu bakışla Rabıta küresel bir yapıydı. Hilal Dergisi sahibi Salih Özcan, Türkiye temsilcisiydi. Faisal Finans’ı işletiyordu, elinde pay senetleri vardı.
Derken iş ortaklaştı ve bu hisseler bugünün aşağıda sayılan ünlü isimlerine devredildi:
‘AP’li Tarım Bakanı Cemal Külahlı, ANAP’ın ilk genel başkan yardımcılarından Halil Şıvgın, Demirel hükümetinde Sağlık Bakanlığı görevinde bulunan Cengiz Gökçek, ünlü armatör Nuri Cerrahoğlu, Cemal Cebeci, Sabri Ülker, Asım Ülker, Murat Ülker, O. Faruk Berksan, Selçuk Berksan, Orhan Özokur, Ahmet Cebeci, Ahmet Nuri Yüksel, Hüseyin Coşkun, M. Gündüz Sevilgen, Nuri Geredeli, Avni Küçükece, Mehmet Genellioğlu, Mustafa Sarı, Yusuf Arıkuşu, Cevdet Özdemir, Mahmut Karalı, Mehmet Çöl, Sudi Reşat Saruhan, Mehmet Özcan’.
Burada yer alan Murat Ülker, Ülker Holding’in sahibidir. Hatırlarsanız Usta da bir dönem onun distribütörü olan şirketin ortaklarından biriydi, daha sonra Başbakanlığı döneminde hisselerini devredip ayrıldı.
Suudilere bu finans kapıları açan yine Özal oldu.
Finans kuruluşlarıyla ilgili kararnamenin imza tarihi 1983’tür; Özal hükümeti 14 Aralık 1983 günü göreve başlamış ve henüz hükümet programını hazırlamadan bu kararname imzalanıp yürürlüğe konulmuştur. Bu karar 16 Aralık 1983 gün ve 83/7506 sayısını taşıyor.
Bir yanda İsrail’in güvenlik gerekçesiyle etrafını çeviren Araplara karşı kendine müttefik arayışları, diğer yanda İkili Eğitim Anlaşmasıyla yer altından gün yüzüne çıkarılan tarikat ve cemaatlerin devlet yönetiminde güç kazanmasıyla şekillenen bu süreçte Suudiler hiç boş durmadı, hep benzer isimler üzerinden Al Baraka Türk Özel Finans’ı da ülkemize taşıdılar.
İsimler yine tanıdıktı, Korkut Özal ve Eymen Topbaş…
Korkut Özal, Başbakan Turgut Özal’ın kardeşiydi; Eymen Topbaş da dönemin ANAP İstanbul il başkanı. Al Baraka’nın yönetiminde Usta’nın bir dönem Maliye Bakanlığını yapmış olan Kemal Unakıtan da vardı. Korkut Özal’la birlikte tarikattan ticarete, ticaretten siyasete açılım yapanlar başında yine bugünün ünlü isimleri yer aldılar; ‘Hasan Kalyoncu, Ahmet Kalyoncu, Fadıl Teymur, Cemal Kalyoncu, Mustafa Seçkin, İbrahim Bülent Teymur, İbrahim Halil Erpamukçu…
Bu süreç, Suudi sermayesiyle tam bir küresel teo-stratejik güç odağına dönüşen tarikatın kendine nasıl bir çıkış bulduğunu gösterir ibret dolu bir süreçtir. Uğur Mumcu bu süreci şöyle özetliyor;
‘Bir yanda Topbaşlar, öbür yanda Özallar, Bayraktarlar, Teymurlar, Kalyoncular. Ve son olarak Kalaycıoğulları… Korkut Özal’ın dolar milyarderi olması yolu ilk kez, ANAP İstanbul il başkanı Eymen Topbaş ile yaptığı ortaklıkla açılıyor. Özal-Topbaş ortaklığı; Al Baraka kanalı ile Suudi sermayesine uzanıyor. Zemzem kuyusundan çıkarılmış yeşil dolarlar Özallı Topbaşlı şirket kasalarına doğru uçmaya başlıyor.’
İşte Türkiye’de tarikat- siyaset-ticaret üçgeni böyle kuruldu.
12 Eylül darbesinden sonra da dini motifli vakıflar üzerinden teşkilatlanmaya ve büyümeye başladı. Yeni adres belli olunca, Suudi sermayesiyle birlikte yürüyen siyasetin önemli isimleri bu kez ‘vakıf’ adı altında yeniden bir araya geldiler. 8 Aralık 1986’da, Al Baraka Türk Özel Finans’ın da aralarında bulunduğu onbeş ortakla ilk adım atıldı.
İlk kurulan vakıf ‘Bereket’ oldu. Kurucular ‘Topbaşlar-Kığılı-Sürmeli’ gibi hep bildik tanıdık isimler, Kemal Unakıtan yine onlardan biri;
‘Ahmet Hamdi Topbaş, Osman Nuri Topbaş, Mustafa Latif Topbaş, Ali Eymen Topbaş, Al Baraka Özel Finans Kurumu, Ahmet Yahya Kiğılı, Mehmet Demirtaş, Adnan Büyükdeniz, Yalçın Öner, Mehmet Cahit Sürmeli, Kemal Unakıtan, Abdullah Tıvnıklı, Abdullah Sert, Muammer Dolmacı, İlhan Imık .
Bu ünlü ve bildik isimlerin geriye dönük toplanma noktasına bakıldığında, yine bugüne ulaşan ve belki de en büyük dini motifli teşkilat olan İlim Yayma Cemiyeti karşımıza çıkıyor. Bu Cemiyetin kuruluşuyla tarikatın siyasi gelişiminin aynı sürece denk gelişiyse başlı başına incelenmesi gereken bir konu.
Daha yeni Zonguldak’ta FETÖ denilerek kapatılmış olan bir öğrenci yurdu arazisiyle birlikte bu cemiyete devredildi. Adı değiştirildi, 15 Temmuz Yurdu oldu. Oysaki memlekette herkesin çocuğuna açık Kredi ve Yurtlar Kurumu vardı ama nedense bu yurdu bu kuruma devretmek kimsenin aklına gelmedi.
İlim Yayma Cemiyeti’nin profiline bakıldığında ise asıl çarpıcı tesadüf kendini gösteriyor çünkü burada başlayan yolculuklar her nasılsa devlet kademelerinin en yüksek makamlarında noktalanıyor. Bir dönem Meclis Başkanlığı yapmış İsmail Kahraman sadece bir örnek, resmi biyografisi şöyle diyor;
‘1996-1997 yılları arasında 54. Refah- Yol Hükümeti’nde Kültür Bakanı olarak görev yaptığı ve İlim Yayma Cemiyeti ve İş Dünyası Vakfı Yüksek istişare Kurulu üyesi ve İlim Yayma Vakfı kurucu üyesi olduğu…’
Listede Ekmeleddin İhsanoğlu da var.
Bunlar bugünün isimleri, bir de işin dünü var; ‘Prof. Dr. Salih Tuğ sonradan Aydınlar Ocağı Genel Başkanlığına getirilmiş. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş TRT Genel Müdürlüğüne ve sonra da İslam Kalkınma Bankası müşavirliğine… Eymen Topbaş ANAP İstanbul İl Başkanlığına, Prof Dr. Ayhan Songar TRT Yönetim Kurulu Üyeliğine… Mustafa Topbaş Al Baraka Türk Özal Finans Kurumu ikinci başkanlığına. Turgut Özal başbakanlığa…’
Öte yanda öyle zengin bir akademi kadrosuyla kurulmuş ki görseniz şaşarsınız; ‘Fahrettin Kerim Gökay, Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Kazım İsmail Gürkan, Prof. Ömer Celal Saraç, Prof. Mustafa Şekip Tunç, Prof. Sıddık Sami Onar, Prof. Kerim Erim, Prof. Ali Fuat Başgil, Prof. Yavuz Abadan, Prof. Nihat Reşat Belger, Dr. Adnan Adıvar, Prof. Şükrü Baban gibi…’
Hal böyle olunca ister istemez insan bu yapının küresel siyasette sahip olduğu yeri görmek istiyor.
İnsan aklı, bugün belediyelerden aldığı ‘bedelsiz’ arsa, bina, yurt, okul gibi desteklerle çığ gibi büyüyen bu yeni vakıfların başkanları, kurucuları ve üyeleri ile tarikat arasındaki bağları merak mediyor. Düşünen akıl bu noktada durmuyor, Usta’nın öncülüğünde kurulan ve oğlu Bilal Erdoğan’ın liderliğinde başta Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV)’in bu teo-stratetik yapılanma içerisindeki yerini anlamaya çalışıyor.
Başta size iş tarikata dayandığı zaman ‘ne önemi var bunun’ deyip geçmeyiniz demiştim, gerçekten de akıl sınırlarını zorlayabilecek ölçüde bir derinliği var. Bu derinlikte şu an görülebilen tarikat-ticaret ve siyaset arasındaki güçlü bağlar ancak işin bir de küresel boyutu var.
Türk siyasi tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş isyanlar, bu isyanlara elebaşılık eden şeyhler, Türkiye karşı konumlanmış küresel siyasi projelerle yan yana geldiğinde ise asıl siyasi kişilikler o zaman ortaya çıktığını görüyoruz.
Hep aynı tarikat ve sivil toplum yapıları etrafında toplanmış ve devletin tepe boktalarına yerleşmiş bu şahsiyetlerin izledikleri siyasete ve sonuçlarına bakıldığında, adına ister Amerikalı ister Yahudi ister Ermeni deyin, Kürdistan projesiyle Türkiye’yi karşı karşıya bırakmış oldukları gözden kaçmıyor. Ve bu yönleriyle tarikatın teo-stratejik küresel bir güç odağı olduğu kolaylıkla anlıyoruz.
Alanında uzman Prof. Dr. Nadim Macit’in akademik dilde teo-stratejiyi tanımı şöyle;
‘Din, devletlerin ve güç merkezlerinin farklı nedenlerle uyguladıkları politik pratikleri meşrulaştırma aracı olarak kullanmaktır.’
Artık bu tanımı, günümüzde ‘din üzerinden siyaset yapmak’ şeklinde tercüme edebiliriz.
Bu girişten sonra bizi günümüze taşıyacak olan tarikatın coğrafyası ve kişiliklerine şimdi daha yakından bakalım…
Sürecek..
Erdal Sarızeybek
Araştırmacı Yazar
Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak